30 Nisan 2012 Pazartesi

İdam Edilen Son Sadrazam Benderli Ali Paşa

Doğum tarihi kesin olarak bilinmeyen Benderli Ali Paşa, günümüzde Moldova sınırları içindeki Bender şehrinde dünyaya gelmiştir. Babası Bender'in nüfuzlu insanlarından Benderli Ağa Baba'dır.

Memleketinden ayrılışı trajiktir. Gençliğinde, bir hatası nedeniyle kölelerinden birini tokatlamış, adamın ölümüne sebep olmuştu. Cezasını çekmesine rağmen vicdan azabı nedeniyle yurdunda duramadı ve Hotin'e gidip oranın eşrafından Ali Ağa'ya bağlandı. Sonra II. Mahmut'un sadrazamı Laz Aziz Ahmet Paşa, İbrail şehrine gelince ona silahdar oldu ve onunla birlikte Erzurum'a giderek orada kapıcıbaşı oldu. Laz Aziz Ahmet Paşa ölünce Gümülcine'ye döndü ve önce mübayaacı, sonra mirimiran oldu. 1812'nin Nisan'ında ise mutasarrıf ve ordu çarhacısı olarak Edirne'ye atandı. Bir kaç yıl sonra vezirliğe yükseldi ve Çıldır valisi oldu. 28 Mart 1821'de sadrazam Ispartalı Seyyid Ali Paşa, Yunan İsyanı çıktığı için azledilince onun yerine sadrazamlığa getirildi. Görev emri çıktığında Çirmen'e göreve gitmekteydi. Bu nedenle bir kaç gün gecikmeyle, 4 Nisan 1821'de İstanbul'a geldi ve idareyi ele aldı. İlk işi de sarayın suyunu zehirlemek ve Demirkapı'da suyolcuların oturduğu kale burcuna mazgallar açmak suçlarından mahkum edilen üç rum suyolcuyu idam ettirmek oldu.

Benderli Ali Paşa, sadrazamlığa getirildiğinde ortalık Yunan İsyanı nedeniyle karışıktı. Rum Patriği Grigoryos'un isyancı Mora'lılar ile haberleştiği ortaya çıkmış, azledilmesi ve idam edilmesine, yerine başka bir patrik seçilmesine dair bir ferman çıkarılmıştı. Ferman, Divan-ı Hümayun tercümanı İstavraki Bey'e verilince sadrazama 'idam sözünden korkan cemaat başka patrik seçmez' diye bir uyarı yaptı. Bunun üzerine fermandan idam kararı çıkarıldı. İstavraki Bey patrikhaneye gidip azledilen patrik yerine Oyenos'u patrikliğe seçtirdi. Azledilen patrik Grigoryos, divana getirilip sorgulandı. Suçunu inkar etmesine rağmen suçlu olduğu kesinleşince, patrikhaneden de yeni patrik seçildiği haberi gelince, suçları yüzüne okundu ve patrikhanenin orta kapısında 22 Nisan 1821'de idam edildi. Peşinden Kayseri, Edremit ve Tarabya psikoposları da Kaşıkçılar hanı önünde ve Parmakkapı'da aynı suçlardan idam edildiler.

Benderli Ali Paşa, olayları biraz daha deşince isyanın kökeninde Nişancı Mehmet Sait Halet Efendi'nin bulunduğu kanısına vardı ve padişah II. Mahmut'a onun idamını önerdi. II. Mahmut, Benderli'ye hiç çaktırmamasına rağmen aslında Mehmet Sait Halet Efendi II. Mahmut ile konuşmuş ve onu ikna etmişti. Bu nedenle ertesi gün Nişancı yerine Sadrazam'ın azli ve sürgün kararı çıktı. Hemen Rodos'a sürüldü. Yerine de Hacı Salih Paşa getirildi. Benderli Ali Paşa bir süre sonra Kıbrıs'a gönderildi ve hemen arkasından idamı için özel mübaşir ve padişah emri getirildi. 30 Nisan 1821'de idam edildi. Cesedi İstanbul'a getirildi ve Karacaahmet Mezarlığı'na gömüldü.

II. Mahmut'un idam kararının nedeni olarak, sadareti zamanında patrik Grigoryos'un idam edilmesinin Osmanlı aleyhtarlığına sebep olması ve yabancı ülkelerin II. Mahmut'a baskı yapması gösterilir. Bu dönemde İstanbul'da görevli elçiler arasında Avusturya-Macaristan elçisi Kont Lützow, Prusya elçisi von Miltitz ve İsveç elçisi von Palin idama tepkilerini göstermiş, Rus elçisi Strogonov bu idam üzerine nota vermişti. Sarayın batılı tepkilerden korunmak için sadrazam Benderli Ali Paşa'yı feda etmiş olma olasılığı vardır. Ancak asıl idam nedeni ÇEtin altan'ın yazısından çok daha iyi anlaşılır: "İdam edilmiş 44'üncü ve sonuncu Sadrazam Benderli Ali Paşa dönemine şöyle bir göz atalım... Yıl 1821. II. Mahmut 36 yaşında ve padişahlığının 13'üncü yılında. Fransız İhtilali'nin esintisiyle, Yunanlılar Mora'da başkaldırmışlar Osmanlı'ya... Benderli Ali Paşa, 9 günlük bir vezir-i azam; Mora başkaldırısını kaba kuvvetle bastırma yerine, bazı özerklikler tanıyarak da yatıştırmanın mümkün olacağı kanısında... Benderli'yi içten içe kıskanan, II. Mahmut'un akıl hocası Halet Efendi, Padişah'ın kulağına, Benderli Ali Paşa'nın alttan alta Yunanlı asilerle ilişki kurmuş bir Yunan casusu olduğunu fısıldıyor. Fatih Mehmet'in emriyle ilk idam edilen Sadrazam Çandarlı Halil Paşa'nın, Bizans casusluğuyla suçlanması gibi; son idam edilmiş Sadrazam Benderli Ali Paşa da, Yunan casusluğuyla suçlanıyor."

29 Nisan 2012 Pazar

Henri Poincaré

29 Nisan 1854 tarihinde, Fransa'nın Nancy kentinde, Cité Ducale mahallesinde doğmuş, 19. yy'ın bilim dünyasına damga vurmuş matematik ve fizik kuramcısı olan bilim adamı.

Raymond Poincaré
Fransa'nın nüfuzlu ailelerinden birine mensuptur. Babası Leon Poincaré, Nancy Üniversitesine mensup tanınmış bir bilim adamıydı. Annesinin adı Eugénie Launois idi ve  filozof Emile Boutroux ile evlenen Aline adında bir kızkardeşi vardı. Ayrıca kuzeni Raymond Poincaré, 1913-1920 yılları arasında cumhurbaşkanlığı yapmıştır.

Gençlik yıllarında Poincaré
Çocukluk yıllarında difteri hastalığı ile boğuştuğundan okula gitmemiş ve annesinden evde özel eğitim görmüştü. 1862 yılında Nancy şehrindeki Henri okuluna, ki okulun adı daha sonra onun onuruna Henri Poincaré olarak değiştirildi, devam etti ve o okulda on bir sene geçirdi. Okulda eğitim gördüğü süre boyunca her alanda çok iyi bir öğrenci olduğunu kanıtladı, komposizyon konusunda arkadaşları arasında sivrildi ve matematik alanında ilk ödüllerini o okulda aldı. 1871 yılında okuldan lisans derecesi ile mezun oldu.

1870 yılındaki Fransa - Prusya savaşı sırasında babasının yanında, Sıhhiye Komutanlığı'nda görev yaptı.

1873 yılında Ecole Polytechnique'e Charles Hermite'in öğrencisi olarak matematik alanında eğitim almak için girdi, 1876 yılında mezun oldu. Sonra Ecole des Mines'e girdi, maden mühendisliği ve matematik alanında eğitimine devam etti, 1879 yılının Mart ayında mühendis ünvanıyla mezun oldu. Maden Kurumu'nda müfettiş olarak işe başladı ve Vesoul bölgesine atandı. 1879 yılının Ağustos'unda 18 madencinin öldüğü Magny'deki maden felaketini soruşturmakla görevlendirildi.

Charles Hermite
Maden Kurumu'nda çalışırken bir taraftanda Charles Hermite gözetiminde matematik alanında doktorasını vermek için hazırlanıyordu. Tez konusu diferansiyel denklemlerdi. Bu denklemlerin özelliklerini inceleyerek çözümleri için yeni bir yol buldu. Ayrıca böyle denklemlerin genel geometrik özelliklerini inceleyen ilk kişi oldu. 1879 yılının sonunda Paris Üniversitesi'nden mezun oldu.Kısa bir süre sonra Caen Üniversitesinden matematik kürsüsünde öğretim görevlisi olması için teklif aldı. Üniversitede çalışırken madencilik kariyerini de terketmedi.1881 yılından 1885 yılına kadar Kamu Hizmetleri Başkanlığı'nda kuzey demiryolunu geliştirmeden sorumlu mühendis olarak çalıştı. 1893 yılından 1910 yılına kadar da Corps de Maden'de başmühendis olarak çalıştı.
 
1881 yılında, kariyerinin geri kalanını da geçireceği Sorbonne Üniversitesi'nde çalışmaya başladı. Önce doçent oldu, daha sonra  Fiziksel ve Deneysel Mekanik, Matematiksel Fizik ve Olasılık Teorisi ve Göksel Mekanik ve Astronomi kürsülerine profesör oldu. Her yıl çok değişik konularda çok parlak dersler verdi; bunlar arasında, potansiyel kuramı, ışık, elektrik, ısının iletilmesi, elektromagnetizma, hidrodinamik, gök mekaniği, termodinamik gibi matematiksel fizik konuları ile olasılık teorisi gibi matematik konuları vardı.

Poincaré vermiş olduğu derslerin yanı sıra, yazmış olduğu çok sayıdaki yapıtla da etkili oldu. Türkçe'ye "Bilimin Değeri" ve "Bilim ve Varsayım" adlarıyla çevrilen bilim felsefesiyle ilgili kitapları bunlardan sadece birkaçı. Ayrıca otomorfik ve Fuchs fonksiyonları, diferansiyel denklemler, topoloji ve matematiğin temelleri hakkında makaleler yayımladı, diferansiyel denklemlerin çözümü için genel bir yöntem buldu. Matematiğin temelleriyle ilgili olarak, matematiksel düşünmenin gerçek aracının matematiksel indüksiyon olduğunu düşündü ve bu yöntemin sezgisel olarak daha basit bir yönteme indirgenebileceğine ihtimal vermedi.


1881 yılında Poincaré, Poulain d'Andecy evlendi. 1887 yılında Jeanne, 1889 yılında Yvonne, 1891 yılında Henriette, 1893 yılında Leon adlarında dört çocuğu oldu.

1909 yılında Henri Poincaré
1887 yılında Fransız Bilimler Akademisi'ne seçildi, 1906 yılında akademiye başkan oldu. 1887 yılında üç cisim problemiyle en büyük başarısını elde etti. İsveç Kralı II. Oscar, n cisim problemini yarışmaya sunmuştu. Poincaré bu n cisim problemini çözemedi fakat,Weierstrass, Hermite ve Mittag-Leffler'in de dahil olduğu jüri, dinamikteki diferansiyel denklemlerin genel tartışması ve üç cisim problemi üzerindeki denemesi nedeniyle bu ödülü Poincaré'ye verdi. 2500 kronluk ödülü Poincaré aldı. Fransa'da İsveç Kralı'ndan aşağı kalmamak için ona Fransızların büyük bir rütbesini verdi. 1893 yılında dünyada zaman senkronizasyonuyla meşgul oldu.  1897 yılında ise uluslararası saat dilimleri ve bağıl hareket organları arasındaki zaman senkronizasyonu kurma sorununu ele aldı.

1912 yılında, Poincaré prostat sorunundan ameliyat oldu, emboli sorunundan 17 Temmuz 1912 yılında Paris'te, 58 yaşındayken öldü ve Paris'te Montparnasse Mezarlığı'ndaki aile mezarına gömüldü.




28 Nisan 2012 Cumartesi

IV. Edward

28 Nisan 1442 tarihinde Fransa'da doğdu. 4. York dükü ve İngiltere tahtına geçen ilk York Hanedanı mensubudur.
Richard Plantagenet
İngiltere Kralı III.Edward'ın soyundan gelir. Babası III. York Dükü  Richard Plantagenet, annesi Celille Neville'di. Dört kardeşin en büyüğü idi, bu  sayede babasının Wakefield Savaşı'nda ölmesiyle dük ünvanı ona miras kaldı.
VI. Henry
Tahta geçişi oldukça olaylı oldu. Kral II. Richard'ın devrilmesinden beri tahtta olan ve Kral III. Edward'ın soyunun bir diğer temsilcisi olan Lancaster Hanedanı'nın mensubu olan V. Henry'nin ölümünden sonra tahta çıkan VI. Henry, henüz reşit olmadığından, ülke uzun süre tahtı Kral adına yönetmek isteyenlerin kavgalarına sahne oldu. Daha sonra büyüyen Kral'ın otoriteden yoksun, saf ve güçsüz olduğu anlaşıldı. Üstelik ruhsal durumu bozuktu. Uzun süre tahtı eşi adına yöneten Kraliçe Margaret de Anjou, Frensa'ya karşı doğru politika yürütemeyince İngiltere 1453'te Yüzyıl Savaşları'ndan yenik çıktı. Zaten savaş yüzünden ağır vergilere boğulan halkın tepkileri çok artmıştı, bir de ülke savaştan yenik çıkınca ülkeye tam bir kargaşa hakim oldu. Halk Kraliçe'nin naipliğini istemiyordu. Bu arada Kral VI. Henry tamamen delirince, III. York Dükü Richard, kayınpederi Warwick Kontu Richard Neville'in desteğiyle Kral Naipliği'ne getirildi. Ancak iki yıl sonra, 1455'te Kral Henry iyileştiği iddia edilerek geri dönünce, Dük Richard naiplikten uzaklaştırıldı. Ve Lancaster Hanedanı'na karşı savaşın ilk işaretini verdi.
Richard Neville
İki hanedanında armasında gül olmasından dolayı Güller Savaşı diye anılan savaşın ilk evresini I. St. Albans çarpışmasıyla York Hanedanı kazandı. Lancaster'larla dört yıllık bir ateşkes imzalandı ve savaş 1459'da tekrar başladı. York'lar üstünlüğü ele geçirmişlerdi ancak Ludford Köprüsü'ndeki küçük bir çarpışmadan sonra dağıldılar. Warwick Kontu Neville, York'ları tekrar bir araya getirdi ve Lancaster Hanedanı Temmuz 1460'ta Northampton Çarpışması'nda kesin bir yenilgiye uğratıldı. VI. Henry'nin  ölümünden sonra York'lar York Dükü Richard'ı tahta çıkarmaya razı oldu ancak kocası daha ölmemesine rağmen tahta oğlunu geçirmek isteyen Margaret de Anjou, İngiltere'nin kuzeyinde güçlerini topladı ve Lancaster'larla birlikte sürpriz bir baskın yaparak Aralık 1460'ta York Dükü Richard'ı öldürdü. Sonra İngiltere'nin güneyine ilerleyerek II. St. Albans çarpışmasını yaptılar ve Warwick Kontu Neville'ın birliklerini yendiler ancak Kont'u öldüremediler.
Margaret de Anjou
Bu arada babasından York Dükü ünvanını miras almış olan Edward, 2 Şubat'ta Mortimer's Cross'ta Lancaster'ların bir birliğini yenmiş ve Londra'ya doğru ilerlemeye başlamıştı. Tahta, Margaret de Anjou'dan önce varan Edward, 4 Mart 1461'de IV. Edward adıyla kendini İngiltere Kralı ilan etti. Warwick Kontu Neville'de birliklerini toparlayarak 29 Mart'ta Margaret de Anjou'tu Towton'da kensin bir yenilgiye uğratınca tahı iyice sağlamlaştırmış oldu. Margaret de Anjou kocası Henry ile birlikte, oğlu Prens Edward'ı alarak İskoçya'ya kaçtı.
IV. Edward
Warwick Kontu krallığı Edward'ın yerine yönetebileceğini düşünüyordu. Bu nedenle onu, büyük bir Avrupa gücü elde edebileceği bir ittifak evliliğine zorladı. Ancak Edward, dedesinden gizlice, Lancester sempatizanı olarak bilinen,VI. Henry'nin amcası Bedford Dükü'nün kızı olan Lüksemburg'lu Jacquetta ile Richard Woodwille'in kızları Elizabeth Woodville adlı bir dulla 1464 yılında evlendi. Bu evliliğe çok öfkelenen Warwick Kontu ile Kral anlaşmazlığa düştüler ve bu kez York Hanedanı'nın içinde yeni bir çatışma başladı. Krala karşı ayaklanan kardeşi Clarence Dükü George ile Warwick Kontu Neville, Kralı'ın birliklerini 1469'da Banbury yakınlarında yendiler ve Edward'ı tutsak ettiler. Warwick Kontu, Clarence Dükü George'u tahta çıkarmadı ve Kral Edward adına ülkeyi yönetmek istedi ancak halk arasında çıkan ayaklanmadan sonra Edward'ı serbest bırakmak zorunda kaldı. Edward 1470'de yönetimi yeniden ele geçirdi ve Clarence Dükü ile Warwick Kontu Fransa'ya kaçtılar. Burada devrik kral IV. Henry ve Margaret de Anjou ile ittifak kurdular ve 1470 sonlarında İngiltere'ye dönerek Edward'ı tahttan indirdiler. Ancak öldüremeden Edward Hollanda'ya kaçtı. Tekrar tahta geçen VI. Henry, Edward'ın 1471'de, Burgon Dükü ile evli olan kızkardeşi Margaret'in sayesinde desteğini aldığı Burgonların yardımıyla İngiltere'ye dönmesinin ardından, üzerine Warwick Kontu'nu gönderdi. Ancak Warwick Kontu torununa karşı etkisiz kaldı. Kardeşi Clarence Dükü'nün bağlılığını da yeniden kazanan Edward, Warwick Kontu'nu 14 Nisan 1471'de Barnet Çarpışması'nda kesin bir yenilgiye uğrattı ve dedesi Richard Neville'i öldürdü. Aynı gün İngiltere'ye dönen Margaret de Anjou'nun kuvvetlerini de 4 Mayıs'ta Tewkesbury Çarpışması'nda yendi ve Margaret'i esir aldı, oğlu Prens Edward'ı da öldürdü. Tahta tekrar geçen Edward 21 Mayıs günü VI. Henry'i de Londra Kulesi'nde idam etti.
Clarence Dükü George
İsabelle Neville
Edward'ın kardeşi Clarence Dükü, dayısının kızı İsabelle Neville ile evliydi. İsabelle Neville, dedesinin ölümünden dolayı Kral'a çok büyük bir kin duyuyordu. Neticede 1478 yılında, Clarence Dükü ve karısı, bir komploya karıştıkları iddiası ile Londra Kulesi'nde idam edildiler.
Lancester hareketlerini hemen hemen tamamen bastıran ve Lancaster'lerin yeni gözdesi Henry Tudor'u da sürgünde yaşamaya mahkum eden Edward, başka bir isyanla karşılaşmadan hükümdarlığını sürdürdü.1483 yılında ölümcül bir hastalığa yakalandığı anlaşıldı. Varisi olan 12 yaşındaki Edward'a naip olarak kardeşi Gloucester Dükü Richard'ı belirledi ve 9 Nisan 1483 tarihinde öldü. Windsor Castle'da St. George Şapeli'ne gömüldü.
Elizabeth Woodville
Son derece yetenekli ve cesur bir komutan olan Edward, hükümdarlığı öncesinde ve sırasında bir dizi askeri başarı ile tahtını korumasını bilmiştir. Güçlü bir öngörü ve üstün bir yönetim anlayışına sahipti, ona hizmet edenlerin büyük kısmı ölene dek ona sadık kaldılar. VI. Henry sırasında ülke içinde fazlasıyla artan korsanlık ve haydutluk, onun döneminde neredeyse tamamen bitirildi ve ülkede tam bir adalet düzeni hakim oldu. Ayrıca Londra'da çeşitli şirketlerin desteklenmesi ve yatırım sağlanmasıyla ekonomi canlandırıldı. Henry döneminde gereksiz harcamalar ve yolsuzluklar ile boşalan devlet hazinesi,  onun vergi düzenlemeleriyle yeniden dolduruldu. Halkın üzerindeki aşırı vergi yükü hafifletildi, asla vergi verme gereği duymayan burjuva sınıfından ise, bazen ölüm tehditleriyle bile olsa, alınması gereken vergi alındı.
III. Richard
Edward, ailesinde doğal nedenlerden ölmüş tek erkektir. Babası Richard ve en küçük kardeşi Edmund Wakefield Savaşı sırasında, bir diğer kardeşi Richard ise ağabeyinin ölümünden sonra Henry Tudor ile yaptığı Baswort Savaşı'nda öldürüldü. Ortanca kardeşi George ise Edward taradından vatana ihanetten idam edildi.
V. Edward
Edward'ın Elizabeth Woodville'den on tane meşru çocuğu oldu. Ancak bir çok metresi ve bu metreslerinden onlarca gayrimeşru çocuğu olduğu da biliniyordu. Edward'ın oğluna naip olarak belirlediği Richard, ağabeyinin ölümünden sonra onun, babası York Dükü Richard'ın gerçek oğlu olmadığı ve annesinin Fransa'da bulunduğu sırada girdiği evlilikdışı bir ilişkiden dünyaya geldiği söylentisini çıkararak Edward'ın meşru çocuklarının da taht üzerinde hakkı olmadığını iddia etti ve çok geçmeden Kral V. Edward ve kardeşininin diğer oğlu Richard'ı Londra Kulesi'ne hapsettirip kendini 22 Ağustos 1485'te III. Richard adıyla kral ilan etti. Aslında gayrimeşru olduğu Edward'ın annesi tarafından, Edward Elizabeth Woodville ile evlendiğinde dile getirilmiş ancak açıklanmamıştı. Bu iddia epey bir muamma olarak kaldı ise de Edward'ın babasına hiç benzemiyor olması ve annesinin Fransa'da kocası ile görüştüğü tarihlerle Edward'ın doğduğu tarihlerin tutmadığı göz önünde bulundurulunca şüpheler çok güçlenmiştir.


27 Nisan 2012 Cuma

Muhteşem Süleyman'ın Devri

10. Osmanlı padişahı ve 89. İslam halifesi Kanuni Sultan Süleyman ya da batılılarca bilinen adıyla Muhteşem Süleyman, babası Yavuz Sultan Selim'in sancakbeyliği sırasında, 27 Nisan 1495 tarihinde Trabzon'da doğdu. Annesi Kırım Hanı Mengli Giray Han'ın kızı Ayşe Hafsa Sultan'dı. Yedi yaşındayken, babasının sancağından ayrılıp İstanbul'a geldi ve bilim, tarih, edebiyat, din ve askeri eğitim almak için Enderun'a gönderildi. Özel sanatı kuyumculuktu ve bu sanatta çok güzel eserler verdi.

Hafsa Ayşe Sultan
Yavuz Sultan Selim
14 yaşında iken kendi isteği ile Karahisar sancağına sancakbeyi oldu ancak babası Karahisar sancağı amcası şehzade Ahmet'in sancağına yakın olduğu için buna itiraz edince babasının isteği ile Bolu sancağına atandı. Ancak amcası Ahmet İstanbul ile arasındaki en önemli durakta yeğeninin olmasını istemediği için, duruma itiraz etti ve Süleyman Kefe sancağına gönderildi. 17 yaşında iken babası, dedesini devirerek tahta çıkınca önce İstanbul'a geldi ve babasının taht mücadelesi sırasında ona vekalet etti. Yavuz Sultan Selim tartışmasız hakimiyet kurunca da veliaht şehzadelerin gönderildiği Manisa sancağına gönderildi. Manisa sancakbeyliği sırasında, öldürüldükten sonra bile en yakın arkadaşı olarak kalacak olan Pargalı İbrahim'le tanıştı.
8 sene Manisa sancağını yöneten Süleyman, babasının ölümü haberini alınca hemen İstanbul'a geldi. Başka erkek kardeşi olmadığı için tahta geçişi hızlı ve sorunsuz oldu. 30 Eylül 1520'de cülusunu dağıtıp babasına görkemli bir cenaze töreni düzenledi ve hemen Sultan Selim Camii'ni yaptırdı.

Şehzade Süleyman
Adaleti seven, karar vermeden önce çok ince eleyip sık dokuyan ve verdiği emirlerden asla geri dönmeyen bir karakteri vardı. Kanuni ünvanını almasının sebebi yeni kanunlar yazdırması değil, mevcut kanunları yazılı hale getirmesi ve uygulanmasına çok dikkat etmesindendir. Şehzadeliği sırasında Kaptan-ı Derya Cafer Paşa'nın ve bir kaç silahdarın halka zulmettiğini duymuş, padişah olunca bu söylentileri araştırmış ve doğru olduğunu öğrenince hepsinin kellerini vurdurtmuştur. Mısır'dan glen vergilerin fazlalığı dikkatini çekmiş ve bunun sorumlusunun Mısır Valisi olduğunu öğrenince valiyi azletmekten de geri durmamıştır.
Yuvarlak yüzlü, ela gözlü, geniş alınlı ve uzun boylu olan Sultan Süleyman, babasının mizacınını aksine oldukça sakin, nazik ve güleryüzlüydü. Tahta çıkışını kutlamak için gelen Avrupalı elçilerin, onun bu mizacını kendi krallarına anlatmaları, Avrupalılar' da 'Arslan öldü, yerine kuzu geçti' denilerek bir sevinç yaratmıştı. Ancak bu sevinç çok geçmeden büyük bir hayalkırıklığına dönüştü.

Hükümdarlığının ilk yıllarında Süleyman ve hasekisi Hürrem
Süleyman babasından, dünyanın en güçlü ve en zengin ülkesini miras almıştı. Ülke içinde, Yavuz Sultan Selim'in ölümünü fırsat bilenlerce ufak tefek karışıklıklar çıktı ise de bunları kısa zamanda bastırmayı bildi. Yönünü doğrudan batıya çevirdi. Avrupa Osmanlı'nın hiç işine gelmeyecek şekilde, neredeyse tek elden yönetiliyordu. En güçlü kral Habsburg ailesinden Charles Quint'ti ( Şarlken) ve Papa'ca Kutsal Roma - Germen İmparatoru ilan edilmişti. Avusturya'da kardeşi Arşidük Ferdinand tahttaydı.Macaristan'da ise kızı ile evlendirdiği II. Layoş vardı. İngiltere Avrupa'da etkili değildi. Habsburg ailesine karşı çıkabilecek tek kişi Fransa Kralı Fransuva ise, Charles Quint'in elinde esirdi. Denizlerde ise hakimiyet Venedik ve Cenevizlilerin elindeydi. Ancak Venedik ve Cenevizliler deniz ticareti için Osmanlı'nın hakimiyetindeki İpek ve Baharat yollarına muhtaç oldukları için, Osmanlı ile iyi geçinme peşindeydiler.

II. Layoş
Süleyman ilk olarak Rodos'u fethetmek istiyordu ancak, tahta çıkışını kutlamayan Macarlara gönderdiği elçi Behram Çavuş II. Layoş tarafından öldürülünce hemen savaş ilan etti ve ilk olarak Belgrad'a doğru yola çıktı. Temmuz'da başlayan sefer, Ağustos 1521'de Belgrad'ın alınmasıyla sona erdi.

Belgrad seferinin dönüş yolunda Süleyman üç evladının ölüm haberini aldı. İki yaşındaki oğlu Murat, dört yaşındaki kızı Fatma ve dokuz yaşındaki Mahmut, çiçek hastalığından on beş gün içinde ardı ardına vefat ettiler ve Süleyman'ın İstanbul'a gelişinin ardından dedeleri Yavuz Sultan Selim'in türbesine defnedildiler.

Belgrad seferi nedeniyle ertelediği Rodos, Osmanlı için bir onur meselesiydi. Fatih Sultan Mehmet zamanında kuşatılmış ancak alınamamıştı. Yavuz Sultan Selim ise donanmasına güvenemediğinden bu sefere hiç kalkışmamış ancak Veziriazamı Piri Mehmet Paşa'yı sık sık donanmayı güçlendirmesi için sıkıştırmıştı. Süleyman, Belgrad'dan döner dönmez donanmayı kontrol etti ve eksiklerini kısa sürede giderip Temmuz 1522'de Rodos seferine çıktı. Humbaracıların büyük rol oynadığı savaş sonunda Rodos, beş ayda alındı.Rodos komutanı Viliers de I'sle Adam affedildi ancak Fatih Sultan Mehmet'in oğlu Cem Sultan'ın Rodos'ta yaşayan oğulları idam edildi.

Rodos seferi dönüşünde Süleyman'ı bir iç isyan bekliyordu.

Pargalı İbrahim
Kendisinin ilk üç yıllık saltanatında veziriazamlık görevini sürdüren babasının sadrazamı Piri Mehmet Paşa, Rodos dönüşünde kendi isteğiyle emekli edilince Süleyman, sadrazam mührünü, şehzadeliği sırasında en yakın arkadaşı olan, tahta çıkınca hasodabaşılık görevini verdiği ve kardeşi Hatice Sultan ile evlendirip hanedana damat yaptığı Pargalı İbrahim'e verdi. Tüm kaidelerin yerle bir edildiği bu atama, sadrazamlık bekleyen ikinci vezir Ahmet Paşa'nın isyan etmesine neden oldu. Mısır Valiliğini isteyerek İstanbul'dan ayrılan Ahmet Paşa, Mısır'a vardığında Memlüklü devlet adamlarını da çevresinde toplayarak 1524 yılında bir ayaklanma başlattı. Bağımsızlığını ilan edip adına para bastırdı. Ancak isyanı bastırması için görevlendirilen İbrahim Paşa henüz Mısır'a varamadan kendi adamları tarafından öldürüldü. Mısır'da mali ve idari ıslahatlar yapmak için üç ay kalan Makbul İbrahim Paşa ise, İstanbul'da yeniçeriler arasında karışıklık çıkması üzerine geri döndü.

Yeniçeriler, son seferden aldıkları ganimetten memnun değillerdi. Süleyman'ın Edirne'de avda, İbrahim Paşa'nın Mısır'da oluşunu fırsat bilip 16 Mayıs 1525 günü ayaklandılar. Başta sadrazamın konağı olmak üzere başlıca devlet adamlarının konaklarını, gümrükleri, dükkanları ve halkın evlerini yağmalamaya giriştiler. İsyanı haber alan Süleyman'ın bir gecede Edirne'den İstanbul'a varması ve varır varmaz da ayaklanmayı başlatan yeniçeri ağası Mustafa Ağa'yı idam ettirip kethüdası Bali ile Reisülküttap Haydar'ı olaya karıştıkları için zindana attırması üzerine başsız kalan yeniçeri isyanı, fazla yayılmadan bitti ve yeniçeriler, Süleyman'ın saltanatı boyunca bir daha da ayaklanmadı.

Charles Quint ( Şarlken)
Charles Quint'in Avrupa'da giderek güçlenmesi ve kayınpederine güvenen II. Layoş'un iyice şımarması üzerine Süleyman, Macaristan sorununu tamamen bitirmek üzere Budin seferine çıkmaya karar verdi. Akıncı komutanı Bali Bey'den Macar ordusunun Mohaç ovasında olduğu istihbaratını alan Süleyman, yaptırdığı keşiflerden ordunun savaş düzeninde beklediğini öğrenince ordusunu ovanın çevresine yerleştirdi. Hilal taktiğinin çok başarılı şekilde uygulandığı ve sadece iki saat süren muharebe sonucunda Macar ordusunda Layoş dahil 25,000 kişi öldü, 20,000'e yakın da esir alındı. Süleyman on beş günlük bir yürüyşle 13 Eylül 1526'da Budin'e girdi ve Macaristan tahtına Jan Zapolya'yı oturtarak Macaristan fatihi olarak İstanbul'a geri döndü.

Ancak dönüşünde onu toplam bir buçuk yıl sürecek iki adet Anadolu isyanı bekliyordu.

İlk isyan 1526'da Süglün Koca'nın çıkardığı ve hemen bastırılan isyanın bir devamı olan Baba Zünnun isyanıydı. Baba Zünnun adında bir alevi dedesinin liderliğinde çıkan isyanda Bozok sancakbeyi Mustafa Bey'in konağı basılarak kadı Müslihiddin efendi ve yazıcı Mehmet Bey öldürüldü. Baba Zünnun, üzerine yollanan Anadolu beylerinden oluşan kuvvetleri Kayseri'deki Kurşunlu Boğazı'nda yendi. İsyan Mersin ile Tokat arasında yayıldı. İşin büyüdüğünü farkeden İstanbul, daha büyük bir orduyu Sivas'ta topladı. Malatya sancakbeyi Yulakıstıoğlu İskender Bey'in giriştiği ilk çatışmaları Osmanlı ordusu kaybetmiş ve İskender Bey ölmüştü ancak hemen arkasından gelen Pirizade Mehmet Bey komutasındaki birliklere yenildi ve Baba Zünnun Höyüklü'de öldürüldü. Oğlu Halil'in de bir süre sonra yakalanıp idam edilmesi ile isyan tamamen bastırıldı.

İkinci isyan ise, bastırılmasında İbrahim Paşa'nın görevlendirildiği Kalender Çelebi isyanıdır. Çevresindekileri Hacı Bektaş-i Veli'nin soyundan geldiğine inandıran ve Bektaşi tarikatının liderliğini yapan Şah Kalender Çelebi, Alevi Türkmen kitleleri ile birlikte ayaklandı. İlk önce Diyarbakır Beyi Hüsrev Paşa komutasındaki birliklere Pasinler ovasında yenilmesine rağmen Türkmen kitlelerinin kendisine katılmasıyla güçlendi ve Hüsrev Paşa'yı Adıyaman yakınlarında yenilgiye uğrattı. Osmanlı ile arası açık olan Dulkadir beylerinin de katılımıyla isyan önce tüm güneydoğuya yayılmış, tımarları ellerinden alınan sipahiler ve askerleri de katılınca tüm Orta Anadolu'yu sarmıştı. İşin bu kadar kısa zamanda büyümesi üzreine isyanı bastırma görevi Anadolu Beylerbeyi Behram Paşa'ya verildi. Behram Paşa sancakbeylerinin de kuvvetlerini arkasına alarak önce Adana tarafına yürüdü ve burada yenildi. Behram Paşa bu kez Tokat'a yürümüş ancak burada da Kalender'in birliklerine yenilmişti; üstelik içlerinde önemli sancakbeylerinin de olduğu 10,000'e yakın kayıp verilmiş, Kalender'in gücü ve Anadolu'daki itibarı da iyice artmıştı. O kadar ki halk arasında mehdi olduğu iddiaları dolaşmaya başlamıştı. Behram Paşa'nın isyancılarla Sarız'da yapılan üçüncü  savaşta yine yenilmesi ve 9,000'e yakın kayıp verilmesi Süleyman'ın isyanı bastırma görevini Behram Paşa'dan alıp, isyancıların üzerine bizzat sadrazamını göndermesine sebep oldu. İbrahim Paşa, komutasında 5000 askerle yola çıkıp 12 gün sonra Maraş'a ulaştı. Öce savaşlardan yorgun ve moralsiz çıkan yenik Anadolu askerleriyle kendi yeniçerilerini temas ettirmedi. Amacı Kalender'in Anadolu'daki Bektaşi lideri olduğunu, İstanbul'daki Bektaşi tarikatınca yetiştirilen Yeniçerilerin öğrenmemesi idi. İlk iş olarak Maraş bölgesinin dışındaki asayişi sağlayabilmek için isyana destek veren Dulkadir aşiretleri ve sipahilerle görüştü; Türkmen aşiretlerinin yurda geri dönebileceklerini ve vergi borçlarının siilineceğini, Tokat-Amasya-Sivas bölgesinin Dulkadir aşiretlerinin yönetimine verileceğini, sipahilerin tımarlrının iade edileceğini ve askere dönmelerine izin verileceğini vaat etti. Etkili olan bu vaatlerle Dulkadir aşiretleri ve sipahiler, isyandan desteğini çekince Maraş dışında bölgede isyan bitti. İbrahim Paşa, komutasındaki birliklerle Elbistan'a yürüdü. Az sayıda kalan desteğiyle Nurhak dağlarına çekilmek isteyen Kalender Çelebi'nin ani bir baskınla önü kesildi ve asiler Elbistan'da tamamen imha edildi. Kalender Şah'ın kellesi İstanbul'a getirildi.

Pir Sultan Abdal
Bu isyan, Anadolu'da Alevilik - Bektaşilik temeline kurulu çıkan son büyük isyandır. Daha sonra Alevi nitelikli bazı isyanlar çıktıysa da hiç biri Kalender Çelebi gibi dini nitelikli olmamış, ya siyasetten ya vergiden kaynaklanmıştır. Bu isyan nedeniyle Bektaşiliğin Anadolu'daki faaliyetlerine son verilmiş, bizzat isyana katılmasa da açıkça destekleyen birçok dedebaba öldürülmüştür. Bu isyanın etkileri sürerken Pir Sultan Abdal Sivas'ta, çeşitli nedenlerden ötürü 72 müridiyle başkaldırmış, Sivas valisi Kalender Çelebi isyanının da etkisiyle nedeni - nasılı dinlemeden Pir Sultan Abdal'ı asmıştır. İbrahim Paşa'nın Dulkadir aşiretlerine verdiği vaatler tutulmamış, kısa süren Türkmen - Alevi ittifağının bozulmasıyla bölgede Şafii Kürt beyleri büyük güç kazanmıştır. Ancak İbrahim Paşa'nın sipahilere verdiği sözü tutmasının etkileri, uzun vadede Osmanlı'yı oldukça kötü etkilemiştir. Dağılmış, disiplinsizleşmiş ve isyan ettiği taktirde istediğini alabileceğini keşfetmiş sipahiler orduya geri alınınca tüm ordunun disiplini bozulmuş, tımar sistemi yıpranmış ve zamanla halka keyfi yaptırımlar uygulayan bir sorun haline gelmiştir.

Bu arada İstanbul'da Molla Kabız isimli bir seyyah dolaşır olmuştu. Verdiği söylevler ve yaydığı düşünceler dikkat çekiyordu: bir takım hadis ve ayetlerle insanlara yanlış bilgiler verildiğini söylüyordu. Devlet adamları katlini istediler lakin Süleyman önce adamın haksız olduğunun kanıtlanmasını, düşüncelerinin çürütülmesini istedi. Divan'a çağırılan Molla Kabız, Anadolu ve Rumeli kazaskerlerine karşı düşüncelerini ustaca savundu. Adamın söylevlerini çürütemeyen kazaskerler katlini isteyince sadrazam İbrahim Paşa, 'Hakkını hakkıyla savunanı nasıl öldürelim' diyerek, Molla Kabız'ı serbest bıraktı. Ancak Süleyman'ın emriyle Molla Kabız bir kez de şeyhülislam ve İstanbul Kadısı'nın huzurunda düşüncelerini savundu; Şeyhülislam bu düşünceleri ilgili hadisler ve ayetlerle kuşkuya yer bırakmayacak şekilde açıklayınca, fikrinden dönmeyeceğini söyleyen Molla Kabız İstanbul Kadısı tarfından idama mahkum edildi.

Arşidük Ferdinand
Öte taraftan Avrupa'da Macaristan'ın fethedilmesi, Avusturya Arşidükü Ferdinand ve dolayısıyla Charles Quint ile Osmanlı'yı karşı karşıya getirdi. Ferdinand bir kez Budin'i kuşattı ancak başarısız oldu. Charles Quint'in desteği ile ikinci denemesinde ise Budin'e girdi. Süleyman hemen sefere çıkıp Budin'i geri aldı. Amacı Ferdinand ve Charles Quint ile savaşmaktı ancak onlar bunu göze alamayıp Osmanlı'nın karşısına çıkmayınca, onları savaşa zorlamak için Viyana'yı kuşattı. Lakin ordu, kuşatma için yola çıkmamış, meydan muharebesine hazırlanmıştı. Bu nedenle Süleyman, karşısına çıkan da olmayınca kuşatmayı on altıncı gününde kaldırdı. Ancak bu iki kardeşle savaşma isteğinden vazgeçmedi. Geri döndükten üç yıl sonra, 1532 yılında Alman Seferi'ne çıktı. Avusturya'yı zaptetti ancak Charles Quint, Osmanlı ordusunun karşısına çıkamadı. Bu seferde Avusturya'nın neredeyse tamamının alınması ile son buldu. Süleyman İstanbul'a geri dönünce barış istedi ve sultanın üstünlüğünü, kendisinin de veziriazma denk sayılmasını öngören bir anlaşmayı kabul etti. Bu anlaşmayla Kutsal Roma - Germen imparatoru'nun Avrupa İmparatorluğu hayalleri de suya düştü ve Osmanlı, Avrupa siyaseti üzerinde söz sahibi tek güç oldu.

Bu arada daha önceleri Akdeniz'de korsanlık yapan, Selim zamanında Osmanlı'ya biat etmiş olan Hızır Reis İstanbul'a çağırıldı ve Hayrettin adıyla Kaptan-ı Derya oldu. Barbaros, aslında kardeşi Oruç Reis'in kızıla çalan sakallarından dolayı söylenen lakabıydı ancak Oruç Reis ölünce Hayrettin Paşa'nın adı Barbaros Hayrettin diye söylenir oldu.

Avrupalılar'ın gözünde I. Süleyman
Avrupa'daki amacını tamamlayıp anlaşmayı imzalayan Süleyman yönünü doğuya doğru çevirdi. Zira Safevi devleti Osmanlı için ciddi bir tehlikeydi. Batıdaki tehlikeleri bertaraf eden Süleyman Irakeyn seferine çıktı. Önden gönderdiği sadrazamı ibrahim Paşa, Van, Ahlat ve Tebriz'i barış ile teslim aldı. Ardından yola çıkan Süleyman ise Bağdat'a kadar ilerledi ve Bağdat'ı aldı. Her adımda Şah Tasmahab'ın muhalefeti ve müdahalesiyle karşılaşan ordu ancak bir kaç şehri alarak İstanbul'a geri döndü. Bu seferde Safevilerin, pek de hafife alınmayacak bir hasım olduğu anlaşıldı.

Bu seferden sonra Süleyman'ın hayatının dönüm noktalarından biri yaşandı. Bir süredir devlet adamları ve halkın arasında İbrahim Paşa'nın iktidar hırsının çok arttığı, hatta artık padişahı bile sallamadığı konuşuluyordu. İbrahim Paşa'nın Avusturya ile barış görüşmeleri sırasında elçileri söylediği 'Bu büyük devleti idare eden benim; her ne yaparsam, yapılmış olarak kalır, zira bütün kudret benim elimdedir; memuriyetleri ben veririm, eyaletleri ben tevzi ederim; verdiğim verilmiş, reddettiğim reddedilmiştir. Büyük padişah bir şey ihsan etmek istediği yahut ihsan ettiği zaman bile eğer ben onun kararını tasdik etmeyecek olursam, gayr-i vaki gibi kalır; çünkü her şey; harb, sulh, servet, kuvvet benim elimdedir.' sözleri ile başlayan fısıldaşmalar, Irakeyn Seferi'nde başına buyruk verdiği kararlarla iyice artmış, bardağı taşıran son nokta ise Süleyman'dan sakladığı bazı cinayetlerin ve Irakeyn seferi sırasında keyfince yaptığı gereksiz harcamaların ortaya çıkması olmuştu. Hele hele de Süleyman'ın en kıymetlim dediği kardeşi Hatice Sultan'ı aldattığı da ortaya çıkınca Süleyman'da ipler kopmuş ve Makbul İbrahim Paşa, iftar için saraya davet edildiği 14 Mart 1536 gecesi, iftardan sonra dört dilsiz cellat tarafından boğulmuştur.

Makbul İbrahim Paşa'nın ölüm kararının verilmesinde nikahlı eşi Hürrem Sultan'ın büyük rol oynadığı iddiası bugüne kadar söylenegelmiştir ancak tarihi kayıtlar, Hürrem Sultan'ın etkisi olmadan da İbrahim'in kendisini öldürtmek için Süleyman'a yeteri kadar sebep verdiğini gösteriyor. O zamana kadar  içtiği suyu bile paylaştığı Pargalı İbrahim'in idamından sonra Süleyman, böyle biri yaşamamış gibi davranmayı seçmiştir ancak bu olayın onda ömrü boyunca taşıyacağı büyük bir yara açtığı da bir gerçektir.

Babaros Hayrettin Paşa
Pargalı'nın öldürülmesinin ardından Süleyman, Ayas Paşa'yı yeni sadrazam yapmış ve seferlere daha bir hız vermiştir. Önce, ikili siyaset yapan Venediklilere karşı hem karadan hem denizden sefere çıkıldı. Donanma Preveze açıklarına gönderildi, ordu ise karadan Korfu'yu kuşattı. Kuşatma çok uzatılmadan ve Korfu'nun alınması için herhangi bir çaba gösterilmeden kaldırıldı ve ordu İstanbul'a döndü ancak Barbaros Harettin Paşa komutasındaki donanma Preveze'de beklemeye devam etti. Osmanlı ordusundan öcü gibi korkan ancak donanmayı çok hafife alan Venedikliler ile Preveze'de karşı karşıya gelindi ve Barbaros'un deniz üzerinde mükemmel uyguladığı hilal taktiği ile 3 katı büyüklükteki Venedik donanması 27 Eylül 1538'de yok edildi. Bu zaferin Türkler için anlamı o kadar büyüktür ki, zaferden 474 yıl sonra bile 27 Eylül günü,  Türk topraklarında hala Donanma Günü olarak kutlanıyor.

Petru Rareş
Ordu, Preveze'de savaştayken ve tüm Avrupa'nın gözü kulağı oradayken, göstermelik bir Korfu kuşatması yapan ve hemen geri dönen Süleyman ise, asıl hedefi olan Boğdan üzerine ilerlemekteydi. Macar Seferi sırasında vergiye bağlanan Boğdan'ın voyvodası Petru Rareş'in, Osmanlı aleyhine Avrupa ile işbirliğine girdiğini öğrenen Süleyman, voyvodanın tüm ikna ve engelleme çabalarına rağmen  Yaş şehrini yakıp yıktı, Voyvodanın bırakıp Transilvanya içlerine kaçmaktan başka çare bulamadığı merkez Suceva'yı da ele geçirdi. Şehir halkı hiç bir direniş göstemeyince Süleyman genel af ilan etti ve halktan içlerinden bir voyvoda seçmelerini istedi. Bu kısacık sefer sonunda Prut ile Dinyeser nehri arası tamamen ele geçirildi ve burası bir sancak haline getirildi.

Jan Zapolya
Fakat Ferdinand bir türlü rahat durmuyordu. Macar kralı Jan Zapolya'nın ölümünü fırsat bilip yeniden Macaristan'ı kuşattı. Herhangi bir başarı elde edemedi ancak Osmanlı için Macaristan'a yeni bir sefer mecburiyeti doğdu. Süleyman önden Rumeli Beylerbeyini ve üçüncü veziri Sokullu Mehmet Paşa'yı gönderdi, bir kaç hafta sonra da kendi yola çıktı. Önden giden kuvvetler başta kendilerine karşı koyan Almanları bir türlü kovamadılar ancak Ferdinand'ın ordusu asıl kuvvetin geldiğini öğrenince bir gece gizlice kaçmaya kalktı. Bu kaçış karmaşasını fırsat bilen Osmanlı öncüleri, ordunun neredeyse tamamını yok ettiler. Süleyman gelince direk Budin'e girdi ve Jan Zapolya'nın oğlu Sigismund büyüyünceye kadar Macaristan topraklarının Türk hakimiyetine gireceği kararına vardı. Budin beylerbeyliği kuruldu ve Macar asıllı Süleyman Paşa beylerbeyi olarak atandı.

Estergon Kalesi
Sefer dönüşü kışı Edirne'de geçiren Süleyman'ı, İstanbul'a döndüğünde sarayın kapısında Ferdinand'ın elçileri bekliyordu. Macaristan'ı isteyen elçilere ret cevabı verildi. Yenilgiden bıkmayan Ferdinand, kuşatma hazırlıklarına girişince Süleyman, Budin'e yardım gönderilmesini emretti. 8,000 kişilik bir kuvvet Peşte kalesini korumak üzere gönderildi. Ferdinand'ın 80,000 kişilik ordusu kaleyi kuşattıysa da bir haftada bozguna uğrayarak geri çekilmek zorunda kaldı. Süleyman bu kuşatma haberini alınca yeniden sefere çıktı. Önce Budin'e ardından geri çekilmiş olan Ferdinand'ın ordusunun beklediği Estergon Kalesine gitti. Şiddetli bir muharebe sonunda kale 10 Ağustos 1543'te düştü. Estergon Kalesi'nin ve civarının beylerbeyliğe katılımıyla sonuçlanan seferden dönüş yolunsa Süleyman, Saruhan Sancakbeyi oğlu Mehmet'in vefatını haber aldı. İstanbul'a gelince Mehmet, adına yaptırılan Şehzade Camii'nin yanına defnedildi.

Bu arada Charles Quint'in Cezayir üzerine gittiği haberi geldi. Kaptan- Derya ve Cezayir Beylerbeyi olan Barbaros Hayrettin, İstanbul'da bulunduğu sürede beylerbeyliğini oğlu Hasan'a emanet etmiş, Hasan Sicilya'dan Cebelitarık'a kadar olan tüm Avrupa sahilinde namlı bir korsan haline gelmişti. Tüm ticaret gemilerinin ele geçirilmesinden bıkan ve bu duruma bir son vermek isteyen Charles Quint 500 parçaya yakın doanma ile Cezayir üzerine hareket etti. Şehir 20 Ekim 1541'de kuşatıldı ancak korsanlığı kadar askerliği de gayet başarılı olan Hasan Ağa, Charles Quint'i, kuşatma boyunca süüren şiddetli fırtınanın da yardımıyla hezimete uğrattı.

Turgut Reis
Bu arada Osmanlı donanması Fransa'ya iki kez yardıma gitti.  İlk sefer Barbaros komutası'nda Nice'ye yapıldı ancak sefer sırasında Fransızlar'ın dönekliğiyle karşılaşan Barbaros, Cenova'da esir tutulan Turgut Reis'i ve bir çok müslümanı da alarak İstanbul'a geri döndü. Başka bir sefere çıkmaya da fırsat bulamadan, iki sene sonra, 1546'da öldü. İkinci sefer ise Kaptan-ı Derya Sinan Paşa komutasında Batı Akdeniz üzerine oldu. Charles Ouint ile birbirine düşen Fransızlar yine Osmanlı'dan yardım istediler. Başta yardıma gönülsüz olan Süleyman, düşmanımın düşmanı dostumdur felsefesince yine de donanmayı yola çıkardı. Donanma Napoli'ye gidip Fransızları beklemeye başladı. Ancak bir türlü gelemeyen Fransızları beklerden donanma, Charles Quint'in komutanı Andrea Doria'nın Napoli tarafına geçeceği haberini aldı. Sefere katılmış olan Turgut Reis'in tavsiyesiyle Ponza Adaları'nda pusu kuruldu ve pusuya düşen Doria'nın 7 gemisi 5 Ağustos 1552'de zaptedildi. Andrea Doria Sardunya Adası'na kaçtı.

Şah Tahmasb
Donanma bunlarla uğraşırken Süleyman'da, Avusturya seferinde iken Van'ı ele geçiren Safevi Şahı Tahmasb üzerine, şahın tahta çıkma isteğiyle isyan eden fakat başarılı olamayınca Süleyman'a sığınan kardeşi Elkaz Mirza'nın da etkisiyle, sefere çıktı. Osmanlı ordusunun harekete geçtiğini öğrenen Tahmasb'da ordusunu topladı ve iki ordu Erzincan'da karşılaştı. Ordusunun büyük bir kısmı imha edilen Tahmasb geri çekildi. Süleyman, doğuda düzeni sağlayıp bazı yeni eyaletleri kurduktan sonra 21 Aralık 1549'da İstanbul'a geri döndü.

Trablusgarp'ın Fethi
Süleyman'ın asıl derdi, Charles Quint egemenliğindeki Trablusgarp'ın fethedilmesiydi. Turgut Reis'e Trablusgarp'ı fethederse, bölgenin valiliğini vereceğini vaadetti. Osmanlı donanması ile işbirliği yapan Turgut Reis 15 Ağustos 1551'de Trablusgarp kalesini ele geçirdi. Ancak valilik vaadi tutulmadı ve Kaptan-ı Derya Sinan Paşa bölgenin valiliğini Tacura Sancakbeyi Murat Bey'e verdi. Bunun üzerine Turgut Reis donanmadan ayrıldığını bildirince, Donanmanın büyük bir kısmı da Reis'in ardından gitti. Sinan Paşa durumun vehametini farkedip Turgut Reis'e Karlıili sancakbeyliğini verdiyse de fayda etmedi. Sinan Paşa'nın 1554'te ölümünün ardındna İstanbul'a gelen Turgut Reis Süleyman'a Trablusgarp valiliği vaadini hatırlatınca padişah tarafından 1556'da Libya valiliğine atandı.

Bu arada Avrupalılarca coğrafi keşifler yapılmış ve Hint okyanusuna gitmenin farklı yolları bulunmuştu. Osmanlı, bölgedeki üstünlüğünü kaptırmamak için 1538 ile 1554 yılları arasında Hint okyanusunda Portekizliler ile mücadeleye girişti. Birkaç kez Hindistan ile Sumatra adasına seferler yapıldı. Yemen, Habeşistan gibi bazı Afrika ülkeleri Osmanlı topraklarına katıldılar. Deniz üzerinde Portekizlilere karşı bazı başarılar elde edildi ancak aslında Osmanlı tam bir başarı yakalayamadı. Hint Deniz Seferleri'nin sonuna komuta eden Seydi Ali Reis'in gördüklerini anlattığı Mir'at-ül Memalik adlı, Osmanlı edebiyatının ilk seyahatnamesi bu dönemde yazıldı.
Sokullu Mehmet Paşa

Süleyman, son iki seferinden birini Erdel, diğerini Nahçıvan üzerine yaptı.1551yılında çıkılan Erdel seferinde kendisi ordunun başında gitmedi ve Erdel üzerine Rumeli Beylerbeyi Sokullu Mehmet Paşa'yı gönderdi. Seferin sonunda abisinin ölümünden sonra Almanya tahtına oturmuş olan Ferdinand, Erdel'den tamamen vazgeçti. 1553 yılındaki Nahçıvan seferinde ise Erivan Nahçıvan ve Karabağ alınınca Şah Tahmasb barış istedi. 1555 yılında yapılan barışla Tebriz Azerbaycan'a bırakıldı, Bağdat ve Gürcistan'ı Osmanlılar aldı. Bu yazılı anlaşma ile doğuda bir daha sorun çıkmadı.

Şehzade Mustafa'nın katli
Bu sefer sırasında Süleyman'ın hayatının ikinci dönüm noktası yaşandı. Mahidevran Sultan'dan olan ilk çocuğu Amasya sancakbeyi Mustafa'nın İran Şahı Tahmasb ile işbirliği yaptığı ve babasından sonra padişah olacağına dair mektuplar göndererek biat istediği öğrenildi. Mustafa'nın tehlike haline geldiğini düşünen Süleyman oğlunu, 1553 yıında Ereğli ovasında, kendi otağında boğdurttu. Babası ile sefer çıkmış olan Şehzade Cihangir, çok sevdiği ağabeyinin öldürülmesi üzerine bir gecede hastalanıp vefat etti. Bazı tarihçiler, yalan mektuplarla Mustafa'ya iftira ettikleri gerekçesi ise Hürrem Sultan ve damadı Rüstem Paşa'yı eleştirirler ancak olay sırasında Süleyman'ın seferde olduğu düşünülürse, Hürrem Sultan'ın etkili olmasının çok da mümkün olmadığı görülür.

Bu seferlerden sonra Süleyman'ın son seferi Zigetvar'a kadar ufak tefek seferler ve mücadeleler yaşanmış, Cerbe'de haçlı donanması yenilmiş, Malta kuşatılmış ancak alınamamıştır.

1562 yılına ise Şehzade Bayezid'in babasına karşı ayaklanması damga vurdu. Süleyman'ın sağ kalan son iki oğlu Bayezid ile Selim, veliahtlık mücadelesine giriştiler. Hürrem Sultan babasına benzettiği Bayezid'in, Süleyman ise Selim'in veliaht olmasını istiyorlardı. Annesinin sağlığı boyunca onun korumasında kalan Bayezid, Hürrem Sultan ölür ölmez gözden çıkarıldığını anladı ve isyan ederek oğulları ile birlikte Şah Tahmasb'a sığındı. Ancak Süleyman'ın ve Selim'in vaatlerini çekici bulan Tahmasb kendisine sığınmış olan Bayezid'i ve oğullarını boğdurttu.

Muhteşem Süleyman
1566 yılında, Süleyman son seferi olan Zigetvar seferine çıktı. Sefer sonunda Zigetvar Osmanlı'ya katıldıysa da, zaferden bir gün önce 6 Eylül 1566'da ölen Süleyman bunu göremedi. Askerin moralinin bozulmaması için gizlenen vefat haberi, ancak ordu İstanbul'a geldikten sonra açıklandı.

Avrupalıların verdiği adla Muhteşem Süleyman'ın devri, gerçekten muhteşem olmuştur. Babasından 6,5 milyon km2 devraldığı Osmanlı İmparatorluğu'nu hüküm sürdüğü 46 yılda 15 milyon km2'ye çıkarmış; ağzına kadar dolu devraldığı hazineyi oğluna ağzına kadar dolu bırakmış; adalete düşkünlüğü, yeni kanunlarla yeni idari düzenlemeler yapması ve mevcut kanunlara uyulması konusundaki sıkı disiplini ile Kanuni adını fazlasıyla haketmiş; orduyu ve donanmayı daha önce görülmemiş derecede geliştirmiştir. 46 yıllık saltanatının 7,5 yılını at üstünde seferlerde geçirmiş, toplamda on üç büyük sefere çıkmıştır. Onun döneminde imar, eğitim ve sanat faaliyetleri zirve yapmış, Matrakçı Nasuh, Mimar Sinan, Fuzuli, Baki, Bağdatlı Ruhi gibi sanatın çeşitli dallarının önemli temsilcileri onun döneminde yaşamıştır. Eğitim alanında reform sayılabilecek düzenlemelere gidilmiş, öncelikle saray kütüphanelerinden ziyade külliye kütüphanelerine önem verilerek halkın eğitimine dikkat edilmiş; medreselerde ise eğitim, temel eğitimden sonra iki sınıfa ayrılarak, Sahn-ı Seman medreselerinde hukuk, ilahiyat ve edebiyat, Süleymaniye Medresesi'nde ise matematik ve tıp öğretilmeye başlanmıştır.
Hürrem Sultan
Mihrimah Sultan
Hürrem Sultan ile yaşadığı aşkla da çok konuşulan Süleyman, hanedan geleneğine ters düşerek Hürrem Sultan'a nikah kıymış ve Hürrem Sultan ölene dek ona sadık kalmıştır. Karısına Muhibbi mahlasıyla yazdığı gazeller türünün en güzel örneklerini oluşturur. Ayrıca ona yaptığı kuyum eserleri de paha biçilemez güzelliktedir. Hürrem Sultan'ın Süleyman üzerindeki nüfuzunu kullanarak devlet yönetimiyle ilgili pek çok kararda etkili olduğu, özellikle Pargalı İbrahim'in ve Şehzade Mustafa'nın öldürtülmesinde parmağı olduğu söylentisi hep konuşulmuşsa da bunlarla ilgili herhangi bir kanıt yoktur. Ancak gerçekten Süleyman üzerinde çok güçlü bir etkisi olduğu bilinmektedir. O kadar ki, yaşadığı dönemde bu etkiyi sağlayabilmek için büyü yaptırdığı bile konuşulmuştur. Hürrem Sultan'ın devrim niteliğindeki hareketlerinden birisi haremin Eski Saray'dan Topkapı Sarayı'na taşınması, bir diğeri ise sancağa çıkan oğulları ile beraber gelenek olduğu üzere gitmemesi ve İstanbul'da Süleyman'ın yanında kalması olmuştur. Hürrem Sultan'ın 1558'deki ölümü, Süleyman için gerçek bir felakettir, karısının ardından yaşadığı 8 yıl boyunca sağlığı hiç düzelmemiştir.Tek kızı Mihrimah Sultan, hünkara destek vererek annesinin yerini doldurmaya çalıştı ve Süleyman'a teselli verebilen tek kişi oldu.

Sultan Süleyman Han, henüz yaşadığı dönemde özellikle Avrupa'da bir efsane haline gelmiş, bir çok yazılı esere ve tiyatro oyununa konu olmuştur.

26 Nisan 2012 Perşembe

Çernobil Faciası

Ukrayna'nın Kiev iline bağlı Çernobil sitesindeki nükleer güç reaktörünün 4. ünitesinde 26 Nisan 1986 tarihinde bir deney sırasında meydana gelen, 20. yy'ın ilk büyük nükleer kazasıdır. Kaza sonrasında atmosfere büyük miktarda fisyon ürünleri salınmıştır. 

Patlama sonrası santral
Kaza, her biri 1000 megawatt gücünde olan dört reaktörün hatalı tasarımının yanı sıra, reaktörlerden birinde deney yapabilmek için güvenlik sisteminin devre dışı bırakılıp, peşpeşe hatalar yapılması sebebiyle oldu. 25 Nisan günü önce reaktörün günü yarıya düşürüldü, ardından acil soğutma sistemi ve deney sırasında rekatörün kendisini kapatması için tehlike anında çalışmaya başlayan güvenlik sistemi devre dışı bırakıldı. 26 Nisan'da saat 00:20 sıralarında teknisyenler son hazırlıklarını tamamlamak için ek su pompalarını çalıştırdılar. Bunun sonucunda gücünün %7 siyle çalışmakta olan reaktörde buhar basıncı düştü ve buhar ayırma tamburlarındaki buhar basıncı güvenli seviyenin altına indi ancak güvenlik sistemi kapalı olduğu için bunu kimse farketmedi. 

Radyasyondan etkilenen insanlar
Deneyin amacı, reaktörün çalışması aniden kesildiğinde buhar türbinlerinin çalışmayı ne kadar sürdüreceği ve acil güvenlik sistemine ne kadar zaman kazandıracağını öğrenmekti. Acil güvenlik sinyali bağlantılarının tamamı kesildikten sonra türbinlere giden buhar akışı durduruldu. Sonuç olarak dolaşım pompaları ve reaktörün soğutma sistemi yavaşladı, yakıt kanallarında ani bir ısı yükselmesi görüldü ve reaktör tümüyle denetimden çıktı. Tehlikeyi oldukça geç farkeden teknisyenler reaktörü durdurmak için bütün denetim çubuklarını devreye soktular ama bir işe yaramadı. Biri 01:23'te biri 01:26'da, yani deneyin başlamasından bir ve dört dakika sonra, iki patlama oldu. Patlama ayrıntıları tam olarak bilinmemekle birlikte denetim dışı bir çekirdek tepkimesi olduğu düşünülüyor. Üç saniye içinde reaktörün gücü %7'den %50'ye fırladı, yakıt parçacıkları soğutma suyuyla karşılaştı ve buhar basıncı birden arttı. Oluşan aşırı basınç reaktörün ve santral binasının tepesini uçurdu, reaktördeki zirkonyum ve grafitin yüksek sıcaklıktaki buharla karşılaşması sonucu hidrojen yanmaya başladı ve bütün santrali alevler sardı. 

Bu iki patlama atmosfere çok miktarda radyoaktif yakıtın ve hammaddenin yayılmasına, kolayca tutuşabilen grafit moderatörünün tutuşmasına neden oldu. Reaktör herhangi bir sağlam muhafaza kazanı ile kaplanmamıştı, bu da yanan grafiti moderatörü ile taşınan radyoaktif parçacıkların yayılımını arttırdı.

Radyasyonlu çay ve Cahit Aral
Kazanın dünyaya maliyeti oldukça ağır oldu. Araştırmalarda, doz açısından en fazla radyoaktiviteye maruz kalan ülkenin Bulgaristan olduğu belirlendi. En yüksek doza ise Çernobil personeli ve acil durum çalışanları maruz kaldı: bazıları için bu doz öldürücü oldu. Kazadan sonraki ilk aylarda radyoaktif iyodin düzeyi yüksek sütlerden içen çocuklarda tiroit kanseri başgösterdi. Kazadan itibaren 2002 tarihine kadar bu grupta dört binden fazla kanser teşhis edildi. İngiltere'nin Galler bölgesinde yüksek radyoaktivie saptanması nedeni ile yeşil alanlara küçük ve büyükbaş hayvan girişi yasaklandı. 

Radyasyon sonucu kanserden hayatını kaybeden sanatçımız
Patlama sonrası çevre ülkelere yayılan radyoaktif parçacıkların büyüklüğü ve etkileri üzerine, ilerleyen yıllarda ciddi hiç bir araştırma yapılmamış olması, patlamanın ülkeler üzerindeki etkisini tam olarak ortaya çıkarmayı engellemesine rağmen, pek çok Avrupa ülkesinin Çernobil Faciası'ndan doğrudan etkilendiğini biliyoruz. Türk Tabipler Birliği'nin Nisan 2006'da yayınladığı "Çernobil Nükleer Kazası Sonrası Türkiye'de Kanser" raporuna göre ise patlama sonrası radyoaktif bulutların 3 Mayıs'ta Marmara'ya, 13 Mayıs'ta tüm Türkiye'ye yayıldığı belirtilmekte, özellikle Hopa bölgesinde görülen kanser ölümlerinin Türkiye'nin diğer bölgelerine göre çok daha fazla olmasının bu facia ile doğrudan ilgili olduğu, ayrıca Türkiye'de önceki yıllara göre artan kanser vakalarında da radyoaktivitenin etkili olabileceği ve detaylı aratırma yapılması gerektiği vurgulanmaktadır.














25 Nisan 2012 Çarşamba

Robinson Crusoe

Daniel Defoe'nun 25 Nisan 1719 yılında ilk basımı yapılan ve bazı kaynaklarca ilk ingilizce kitap olan romanıdır. Kitabın orjinal adı: York'lu Bir Denizcinin, Kendi Kaleminden, Deniz Kazası ile Düştüğü Amerika Sahillerindeki Oroonoque Nehri Ağzındaki Issız Bir Adada 28 Yılını Geçirirken Yaşadığı Serüvenler ve Korsanlar Tarafından Kurtarılması.

Daniel Defoe
Kitap, edebiyat seviyesinin düşüklüğü ile ilgili çeşitli eleştiriler almış olmasına rağmen, konusunun etkileyiciliği ve sürükleyiciliği sayesinde okurdan çok olumlu tepkiler almıştır. İlk çıktığı yıl dört baskı yapmış, sonraki yıllarda da okur kitlesi gittikçe genişlemiştir.

Daniel Defoe'nun kitabı, Isla Mas a Tierra adasında yıllarca yalnız yaşamış Alexander Selkirk adlı denizcinin, 1709 yılında Woodes Rogers tarafından kurtarılmasının yarattığı hayret ve ilgiden esinlenerek yazdığı söylenir.

 Arkadaş Yayıncılık - 2005



Kitapta aslında Batı dünyasının sömürge tarihi ve felsefesi anlatılır. Anlatım yalındır; olay akışı, kısa kısa ve basit cümlelerle verilir.  Hikaye İngiltere'nin kalburüstü ailelerinden Crusoe Ailesi'nin en küçük oğulları Robinson'un, babasının tüm itirazlarına rağmen ve biraz da inat olsun diye, garantili ancak sıkıcı hayatı terk ederek arkadaşının babasının gemisiyle denize açılması ile başlar. Bu andan sonra bir çok macera geçer başından: köle olarak satılır, kaçıp Brezilya'da çiftçilik yapar, çiftçilikten sıkılıp köle ticaretine başlamaya karar verir... Nihayetinde köle ticareti için gemi ile yolculuk yaparken gemi batar, Robinson kendini ıssız bir adada bulur. Uzun süre kurtulma ümidini kaybetmez ancak o adada tam yirmi dört yıl yalnız yaşar; sonraki üç yıl da adaya gelen yabancıların elinden kurtardığı ve Cuma ismini verdiği köle ile. Sonunda bir gün adaya gelen bir gemi sayesinde kurtulur ve İngiltere'ye döner. Kitabın orjinali, Robinson'un bir gün o adaya geri dönebileceği iması ile biter. Sonraki yıllarda yazılan ve Robinson'un Maceraları adı verilen devam kitabında da Robinson'un o adaya dönüşü anlatılır. Artık ada halkınca bir fatih ve sömürge valisi olarak tanınmaktadır. Robinson adaya kendince bir çok iyilikler, kültürüne katkılar yaptıktan sonra macera tutkusuna yine gem vuramaz ve adadan ayrılır. Madagaskar'dan, kalabalık ticaret limanlarından, Çin'in kalabalık şehirlerinden, Asya'nın ıssız yerlerinden yani o dönem İngilizlerce merak edilen her yerden geçerek İngiltere'ye döner. Bu dönüş yolu sırasında  kendisini hep yüksek kârlarla ticaret yaparken izleriz: Hintlilerden afyon alır Çin'de satar, Ruslardan kürk alır Araplara satar ve bütün bu işleri sırasında hep kendi kültürünü ve dinini yerel kültürler ve dinlerle kıyaslar; Asya'nın asla Avrupa ile boy ölçüşemeyeceğine karar verir. Hatta Asyalı arkadaşlarıyla bu konularda tartışmalara girer ve onları susturmayı başarır.
1997 yapımı Robinson Crusoe filminin afişi

Kitapta, yazıldığı dönemde dünya tarihini etkileyen başlıca olaylara da yer verilmiştir. Çin'i Mao dönemine kadar İngilizlerin oyuncağı yapacak olan afyon bağımlılığından, İspanyol ve Portekizlilerin Amerika'daki katliamlarından, köle ticaretinden, Ruslardan... Ancak duraklama devrini yaşayan Osmanlı İmparatorluğu'ndan hiç bahsedilmemesi ve Robinson'un Osmanlı topraklarının çevresinde dolaşıp sınırdan içeri adımını atmaması ilginçtir.

Romanın konusu, doğa-insan mücadelesinden başlayıp Avrupa'nın sömürge tarhinin irdelenmesine doğru bir kayma yaşar. İspanyol - Portekiz - Çin karşıtı fikirler romanda geniş yer bulur. Kitabın yazıldığı dönem Portekiz ve İspanyol sömürgesinin gücünün azalıp, Flemenk ve İngiltere'nin yıldızının parladığı yıllar. Dolayısıyla yazarın bir İngiliz ajanı olduğunu da göz önünde bulundurursak, İngiltere'nin politik fikirlerini dünyaya kabul ettirme yolunda kitabı kullandığını düşünebiliriz.

Kitap, dünya klasiklerinin başında gelmektedir ve altı değişik yayınevi tarafından Türkçe'ye çevrilmiştir.



Hergüne bir cümle:

Klasik, herkesin okumak isteyipte kimsenin okumadığı kitaplara verilen isimdir. 
                                                                                                            Mark Twain

24 Nisan 2012 Salı

Yavuz Sultan Selim'in Tahta Çıkışı

10 Ekim 1470'te doğan, 24 Nisan 1512'de tahta çıkan Yavuz Sultan Selim, Fatih Sultan Mehmet'in torunu, Bayezid-i Veli'nin oğlu, Osmanlı hünkarı ve 74. İslam halifesidir.

Tahta, babası Bayezid-i Veli'ye darbe yaparak çıkmıştır.

Yavuz Sultan Selim
Yavuz Sultan Selim, Bayezid'in sekiz oğlundan 4.'dür.Kardeşlerden Ahmet, Korkut ve Selim dışındakiler, henüz babalarının sağlığında vefat etmiştir. Selim Trabzon, Korkut Saruhan, Ahmet ise Amasya sancaklarında sancakbeyi idiler. Bu üç kardeşte tahta çıkmayı istiyordu. Evlatlarının ölümü ve kötü giden devlet yönetimi nedeniyle Bayezid-i Veli ise tahttan çekilmeyi düşünüyordu. Hem Bayezid'in, hemde yönetici kadrosundakilerin arzusu, Bayezid'den sonra şehzade Ahmet'in tahta çıkmasıydı. Selim ise Trabzon sancakbeyliği sırasında hem yeniçerinin ve Türkmenler'in desteğini arkasına almayı başarmış, hem de kızı Ayşe Hatun ile evlendiği Kırım Hanı Mengli Giray Han'dan politik ve askeri destek sağlamıştı. Tahtı kimseye bırakmaya niyeti yoktu. Zaten şehzade Korkut'un henüz bir erkek evladı olmadığı için kimse onu tahta layık görmüyordu. Yani tek rakip, şehzade Ahmet'ti.

Bayezid'in tahttan çekilme hazırlığı yaptığını haber alan şehzade Selim, ağabeyleri Ahmet ve hiç kimse onu dikkate almasa da tahttaki hakkı için mücadele etmeye niyetli olan Korkut gibi, hazırlık yapmaya girişti. Bu arada sancaklar arasında yoğun bir trafik vardı.

Vefat eden şehzadelerden Mahmut'un henüz çok küçük olan oğlu Emirhan dışında bütün şehzadeler ve şehzade çocukları sancaklardaydı. Şehzade Selim Trabzon'da, Selim'in tek oğlu Süleyman Karahisar'da sancakbeyi idi; şehzade Ahmet Amasya illerinde, oğlu Bolu'da, Şehzade Korkut ise Saruhan'da sancakbeyliği görevinde idiler. Karaman valisi şehzade Şemenşah'ın ölümü üzerine Beyşehir'de bulunan oğlu Mehmet Konya'ya, şehzade Alemşah'ın oğlu Osman Çankırı'ya, şehzade Mahmut'un oğullarından Orhan Kastamonu'ya, diğer oğlu Musa ise Sinop'a tayin edilmişti.

Şehzade Süleyman
Hünkarın tahtı bırakma düşüncesi şehzadelere ulaşınca, sancaklar arasında bir satranç oyunu da başlamış oldu. Şehzade Selim, Karahisar sancağı şehzade Ahmet'in sancağına yakın olduğu için oğlunun oradaki görevine itiraz etti. Bunun üzerine Süleyman Bolu'ya atandı ancak bu kez de şehzade Ahmet, taht yolu ile arasındaki bir sancakta Selim'in oğlunun bulunmasını istemediğinden duruma itiraz etti ve bu itirazı kabul edildi. Bu duruma da şehzade Selim, oğlunun kendi sancağına uzak atandığını söyleyerek itiraz etti ve ısrarla Süleyman'ın Kefe'ye atanmasını istedi. Süleyman Kefe'ye atandı ama taht kavgasının kızıştığı bir dönemde gelen bu atanma da şehzade Selim'i memnun etmedi zira İstanbul'a uzak bir sancaktaydı ve İstanbul'da olan bitenden, zamanında haberi olmuyordu. Süleyman'ın atanmasının akabinde kendisi de Rumeli'de bir sancak istedi. İstanbul'dan bir haber gelmesini beklemeden de sancağını terk ederek Rumeli'ye doğru harekete geçti. İstanbul, Rumeli'ye ilerlemesini engellemek için Trabzon'un yanında kendisine Kefe sancağını verdiyse de kabul etmedi. Nasihat etmeleri için ulema gönderildi, fayda etmedi. Rumeli'de bir sancak talebi de İstanbul'dan kabul görmeyince, Kırım Hanı'ndan aldığı destek askerlerle beraber Rumeli'ye geldi. Aynı dönemde şehzade Korkut'ta babasından izinsiz Antalya'dan Manisa'ya geçmişti. Kardeşlerinin bu itaatsizlikleri karşısında şehzade Ahmet babasından, kardeşlerini öldürtmek için izin istediyse de Bayezid bunu kabul etmedi.

Şehzade Selim'in Rumeli'ye izinsiz geçişi sonrası Selim üzerine asker sevkedilmesi gündeme gelmişti. Selim kendisine gönderilen elçiye itibar göstererek babasına saygılarını sunmak ve elini öpmek için geldiğini söyledi ancak başkentteki Selim karşıtları bu oyuna kanmayıp üzerine Rumeli Beylerbeyi Hasan Paşa'yı gönderdiler. Ancak Selim taraftarı Hasan Paşa, savaşmaksızın Edirne'ye gitt. Bunun üzerine bizzat Bayezid Selim'e karşı harekete geçti. Ancak savaş meydanında bir araya gelen baba-oğul, akıncıların ve sancakbeylerinin de etkisiyle savaşmadan bir anlaşmaya vardı. Selim, babasından şehzade Ahmet'in veliaht yapılmayacağı ve hiç bir şehzadenin diğerine tercih edilmeyeceği garantisini alıp, Rumeli'de istediği Semendire, Alacahisar ve İzvorvik sancaklarını alınca babasının elini öpüp Semendire sancağına bir vekil gönderdi.

Son kızılbaş Şah İsmail
İstanbul'dan hemen sancağına gitmesi emredilir, Selim ise yolda oyalanırken; Şehzade Ahmet, Şahkulu meselesinde asileri takip etmek yerine Amasya'ya dönünce, askerin zaten sallantıda olan desteğini tamamen kaybetti. Şahkulu ile yapılan mücadele sırasında sadrazamı Hadım Ali Paşa'nın öldüğünü öğrenen Bayezid, aynı dönemde oğlu Şehenşah'ında ölüm haberini alınca, tahttan çekilme kararı kesinleşti ve şehzade Ahmet'e haber gönderildi. İstanbul'daki bürokratlar zaten şehzade Ahmet'i destekliyorlardı. Bayezid, Selim'i destekleyen Rumeli Beylerini çağırttı ve şehzade Ahmet'in hükümdarlığına karşı çıkmayacaklarına dair söz aldı. Beyleri ikna etti ama yeniçeri açık açık Selim'i desteklediğini söylemediyse de "biz senin sağlığında başka hünkar istemeyiz" dedi.

Filibe'de bulunan Selim ise babasının sözünü tutmadığını öğrenince kırk bin kişilik bir ordu ile babasının, Çorlu'daki kuvvetlerinin üzerine yürüdü. Ancak yapılan savaşta Selim'in kuvvetleri bozuldu ve Selim Kefe'ye oğlunun yanına kaçmak zorunda kaldı.

Yeni sadrazam Hersekzade Ahmet Paşa, tüm askerin Selim'den taraf olduğunu söyleyip verilen söze sadık kalması için  padişaha ısrarcı olduysa da  fayda etmedi ve tez gelmesi emredilen Ahmet İstanbul'a vardığının ertesi günü tahta çıkarıldı.

Bayezid-i Veli
Ama Hersekzade haklıydı. Ahmet'in hükümdarlığını tanımayan yeniçeri, isyan çıkartıp devlet ileri gelenlerinin evini yağmaladı. Bayezid'ten tahtı terketmemesini, Selim'i de veliaht ilan etmesini istediler. Bunun haberini alan Ahmet tahtı bırakıp Anadolu'ya döndü. Ahmet yandaşı İstanbul bürokratları bunun üzerine, Selim gelmesinde ne olursa olsun diyerek Korkut'a haber saldılar ancak Korkut'a hürmeti olan yeniçeriler, veliaht olarak Selim'den başkasını tanımayacaklarını söyleyince, artık bir hükmü ve nüfuzu kalmayan Bayezid, Selim'i İstanbul'a çağırdı. Başta tahttan çekilmekten vazgeçtiğini söyleyerek Selim'i İran üzerine yapılacak sefere serdar tayin etmek istesede Selim, 'ordunun başında hünkar olur' diyerek tahtı açıkça istedi. Tüm askerin ve bazı devlet adamlarının da Selim'den taraf olduğunu gören Bayezid, tahtı oğluna terketti. Selim, 24 Nisan günü tahta çıktı, bir ay sonra 23 Mayıs'ta da cülusunu dağıtıp saltanatına başladı.

Oğlunun cülusunun ertesi günü Dimetoka'ya doğru yola çıkan Bayezid ise, Çorlu civarında aniden vefat etti. Kimilerine göre, kalbi ve ihtiyar bedeni yaşananlara daha fazla dayanamayarak iflas etti, kimilerine göre ise Selim, yenilmiş eski hünkarının yemeğine zehir kattı.

Sonuçta Bayezid, oğlu tarafından tahttan indirildikten 3 gün sonra vefat etti; bir yıla kalmadan iki oğlu Ahmet ile Korkut'ta babaları ile aynı kaderi paylaştılar.

Selim, sekiz kardeşinin arasından sıyrılarak ve muhtemelen baba katili olarak, tahta hakim olmayı başarmıştı. Çok sert ve acımasız olduğu söylenen, eline baba ve kardeş kanı bulaşan Yavuz Sultan Selim'in, devletin selameti için başka şansı olmadığı ve özellikle de Korkut'un ölümünün ardından uzun süre üzüntüden kendine gelmediği, hatta geceleri odasından ağlama sesleri geldiği, dolaşan rivayetler arasındadır.


Her güne bir cümle:

Kuvvete dayanmayan adalet aciz, adalete dayanmayan kuvvet zalimdir. 
                                                                                                             Blaise Pascal