27 Nisan 2012 Cuma

Muhteşem Süleyman'ın Devri

10. Osmanlı padişahı ve 89. İslam halifesi Kanuni Sultan Süleyman ya da batılılarca bilinen adıyla Muhteşem Süleyman, babası Yavuz Sultan Selim'in sancakbeyliği sırasında, 27 Nisan 1495 tarihinde Trabzon'da doğdu. Annesi Kırım Hanı Mengli Giray Han'ın kızı Ayşe Hafsa Sultan'dı. Yedi yaşındayken, babasının sancağından ayrılıp İstanbul'a geldi ve bilim, tarih, edebiyat, din ve askeri eğitim almak için Enderun'a gönderildi. Özel sanatı kuyumculuktu ve bu sanatta çok güzel eserler verdi.

Hafsa Ayşe Sultan
Yavuz Sultan Selim
14 yaşında iken kendi isteği ile Karahisar sancağına sancakbeyi oldu ancak babası Karahisar sancağı amcası şehzade Ahmet'in sancağına yakın olduğu için buna itiraz edince babasının isteği ile Bolu sancağına atandı. Ancak amcası Ahmet İstanbul ile arasındaki en önemli durakta yeğeninin olmasını istemediği için, duruma itiraz etti ve Süleyman Kefe sancağına gönderildi. 17 yaşında iken babası, dedesini devirerek tahta çıkınca önce İstanbul'a geldi ve babasının taht mücadelesi sırasında ona vekalet etti. Yavuz Sultan Selim tartışmasız hakimiyet kurunca da veliaht şehzadelerin gönderildiği Manisa sancağına gönderildi. Manisa sancakbeyliği sırasında, öldürüldükten sonra bile en yakın arkadaşı olarak kalacak olan Pargalı İbrahim'le tanıştı.
8 sene Manisa sancağını yöneten Süleyman, babasının ölümü haberini alınca hemen İstanbul'a geldi. Başka erkek kardeşi olmadığı için tahta geçişi hızlı ve sorunsuz oldu. 30 Eylül 1520'de cülusunu dağıtıp babasına görkemli bir cenaze töreni düzenledi ve hemen Sultan Selim Camii'ni yaptırdı.

Şehzade Süleyman
Adaleti seven, karar vermeden önce çok ince eleyip sık dokuyan ve verdiği emirlerden asla geri dönmeyen bir karakteri vardı. Kanuni ünvanını almasının sebebi yeni kanunlar yazdırması değil, mevcut kanunları yazılı hale getirmesi ve uygulanmasına çok dikkat etmesindendir. Şehzadeliği sırasında Kaptan-ı Derya Cafer Paşa'nın ve bir kaç silahdarın halka zulmettiğini duymuş, padişah olunca bu söylentileri araştırmış ve doğru olduğunu öğrenince hepsinin kellerini vurdurtmuştur. Mısır'dan glen vergilerin fazlalığı dikkatini çekmiş ve bunun sorumlusunun Mısır Valisi olduğunu öğrenince valiyi azletmekten de geri durmamıştır.
Yuvarlak yüzlü, ela gözlü, geniş alınlı ve uzun boylu olan Sultan Süleyman, babasının mizacınını aksine oldukça sakin, nazik ve güleryüzlüydü. Tahta çıkışını kutlamak için gelen Avrupalı elçilerin, onun bu mizacını kendi krallarına anlatmaları, Avrupalılar' da 'Arslan öldü, yerine kuzu geçti' denilerek bir sevinç yaratmıştı. Ancak bu sevinç çok geçmeden büyük bir hayalkırıklığına dönüştü.

Hükümdarlığının ilk yıllarında Süleyman ve hasekisi Hürrem
Süleyman babasından, dünyanın en güçlü ve en zengin ülkesini miras almıştı. Ülke içinde, Yavuz Sultan Selim'in ölümünü fırsat bilenlerce ufak tefek karışıklıklar çıktı ise de bunları kısa zamanda bastırmayı bildi. Yönünü doğrudan batıya çevirdi. Avrupa Osmanlı'nın hiç işine gelmeyecek şekilde, neredeyse tek elden yönetiliyordu. En güçlü kral Habsburg ailesinden Charles Quint'ti ( Şarlken) ve Papa'ca Kutsal Roma - Germen İmparatoru ilan edilmişti. Avusturya'da kardeşi Arşidük Ferdinand tahttaydı.Macaristan'da ise kızı ile evlendirdiği II. Layoş vardı. İngiltere Avrupa'da etkili değildi. Habsburg ailesine karşı çıkabilecek tek kişi Fransa Kralı Fransuva ise, Charles Quint'in elinde esirdi. Denizlerde ise hakimiyet Venedik ve Cenevizlilerin elindeydi. Ancak Venedik ve Cenevizliler deniz ticareti için Osmanlı'nın hakimiyetindeki İpek ve Baharat yollarına muhtaç oldukları için, Osmanlı ile iyi geçinme peşindeydiler.

II. Layoş
Süleyman ilk olarak Rodos'u fethetmek istiyordu ancak, tahta çıkışını kutlamayan Macarlara gönderdiği elçi Behram Çavuş II. Layoş tarafından öldürülünce hemen savaş ilan etti ve ilk olarak Belgrad'a doğru yola çıktı. Temmuz'da başlayan sefer, Ağustos 1521'de Belgrad'ın alınmasıyla sona erdi.

Belgrad seferinin dönüş yolunda Süleyman üç evladının ölüm haberini aldı. İki yaşındaki oğlu Murat, dört yaşındaki kızı Fatma ve dokuz yaşındaki Mahmut, çiçek hastalığından on beş gün içinde ardı ardına vefat ettiler ve Süleyman'ın İstanbul'a gelişinin ardından dedeleri Yavuz Sultan Selim'in türbesine defnedildiler.

Belgrad seferi nedeniyle ertelediği Rodos, Osmanlı için bir onur meselesiydi. Fatih Sultan Mehmet zamanında kuşatılmış ancak alınamamıştı. Yavuz Sultan Selim ise donanmasına güvenemediğinden bu sefere hiç kalkışmamış ancak Veziriazamı Piri Mehmet Paşa'yı sık sık donanmayı güçlendirmesi için sıkıştırmıştı. Süleyman, Belgrad'dan döner dönmez donanmayı kontrol etti ve eksiklerini kısa sürede giderip Temmuz 1522'de Rodos seferine çıktı. Humbaracıların büyük rol oynadığı savaş sonunda Rodos, beş ayda alındı.Rodos komutanı Viliers de I'sle Adam affedildi ancak Fatih Sultan Mehmet'in oğlu Cem Sultan'ın Rodos'ta yaşayan oğulları idam edildi.

Rodos seferi dönüşünde Süleyman'ı bir iç isyan bekliyordu.

Pargalı İbrahim
Kendisinin ilk üç yıllık saltanatında veziriazamlık görevini sürdüren babasının sadrazamı Piri Mehmet Paşa, Rodos dönüşünde kendi isteğiyle emekli edilince Süleyman, sadrazam mührünü, şehzadeliği sırasında en yakın arkadaşı olan, tahta çıkınca hasodabaşılık görevini verdiği ve kardeşi Hatice Sultan ile evlendirip hanedana damat yaptığı Pargalı İbrahim'e verdi. Tüm kaidelerin yerle bir edildiği bu atama, sadrazamlık bekleyen ikinci vezir Ahmet Paşa'nın isyan etmesine neden oldu. Mısır Valiliğini isteyerek İstanbul'dan ayrılan Ahmet Paşa, Mısır'a vardığında Memlüklü devlet adamlarını da çevresinde toplayarak 1524 yılında bir ayaklanma başlattı. Bağımsızlığını ilan edip adına para bastırdı. Ancak isyanı bastırması için görevlendirilen İbrahim Paşa henüz Mısır'a varamadan kendi adamları tarafından öldürüldü. Mısır'da mali ve idari ıslahatlar yapmak için üç ay kalan Makbul İbrahim Paşa ise, İstanbul'da yeniçeriler arasında karışıklık çıkması üzerine geri döndü.

Yeniçeriler, son seferden aldıkları ganimetten memnun değillerdi. Süleyman'ın Edirne'de avda, İbrahim Paşa'nın Mısır'da oluşunu fırsat bilip 16 Mayıs 1525 günü ayaklandılar. Başta sadrazamın konağı olmak üzere başlıca devlet adamlarının konaklarını, gümrükleri, dükkanları ve halkın evlerini yağmalamaya giriştiler. İsyanı haber alan Süleyman'ın bir gecede Edirne'den İstanbul'a varması ve varır varmaz da ayaklanmayı başlatan yeniçeri ağası Mustafa Ağa'yı idam ettirip kethüdası Bali ile Reisülküttap Haydar'ı olaya karıştıkları için zindana attırması üzerine başsız kalan yeniçeri isyanı, fazla yayılmadan bitti ve yeniçeriler, Süleyman'ın saltanatı boyunca bir daha da ayaklanmadı.

Charles Quint ( Şarlken)
Charles Quint'in Avrupa'da giderek güçlenmesi ve kayınpederine güvenen II. Layoş'un iyice şımarması üzerine Süleyman, Macaristan sorununu tamamen bitirmek üzere Budin seferine çıkmaya karar verdi. Akıncı komutanı Bali Bey'den Macar ordusunun Mohaç ovasında olduğu istihbaratını alan Süleyman, yaptırdığı keşiflerden ordunun savaş düzeninde beklediğini öğrenince ordusunu ovanın çevresine yerleştirdi. Hilal taktiğinin çok başarılı şekilde uygulandığı ve sadece iki saat süren muharebe sonucunda Macar ordusunda Layoş dahil 25,000 kişi öldü, 20,000'e yakın da esir alındı. Süleyman on beş günlük bir yürüyşle 13 Eylül 1526'da Budin'e girdi ve Macaristan tahtına Jan Zapolya'yı oturtarak Macaristan fatihi olarak İstanbul'a geri döndü.

Ancak dönüşünde onu toplam bir buçuk yıl sürecek iki adet Anadolu isyanı bekliyordu.

İlk isyan 1526'da Süglün Koca'nın çıkardığı ve hemen bastırılan isyanın bir devamı olan Baba Zünnun isyanıydı. Baba Zünnun adında bir alevi dedesinin liderliğinde çıkan isyanda Bozok sancakbeyi Mustafa Bey'in konağı basılarak kadı Müslihiddin efendi ve yazıcı Mehmet Bey öldürüldü. Baba Zünnun, üzerine yollanan Anadolu beylerinden oluşan kuvvetleri Kayseri'deki Kurşunlu Boğazı'nda yendi. İsyan Mersin ile Tokat arasında yayıldı. İşin büyüdüğünü farkeden İstanbul, daha büyük bir orduyu Sivas'ta topladı. Malatya sancakbeyi Yulakıstıoğlu İskender Bey'in giriştiği ilk çatışmaları Osmanlı ordusu kaybetmiş ve İskender Bey ölmüştü ancak hemen arkasından gelen Pirizade Mehmet Bey komutasındaki birliklere yenildi ve Baba Zünnun Höyüklü'de öldürüldü. Oğlu Halil'in de bir süre sonra yakalanıp idam edilmesi ile isyan tamamen bastırıldı.

İkinci isyan ise, bastırılmasında İbrahim Paşa'nın görevlendirildiği Kalender Çelebi isyanıdır. Çevresindekileri Hacı Bektaş-i Veli'nin soyundan geldiğine inandıran ve Bektaşi tarikatının liderliğini yapan Şah Kalender Çelebi, Alevi Türkmen kitleleri ile birlikte ayaklandı. İlk önce Diyarbakır Beyi Hüsrev Paşa komutasındaki birliklere Pasinler ovasında yenilmesine rağmen Türkmen kitlelerinin kendisine katılmasıyla güçlendi ve Hüsrev Paşa'yı Adıyaman yakınlarında yenilgiye uğrattı. Osmanlı ile arası açık olan Dulkadir beylerinin de katılımıyla isyan önce tüm güneydoğuya yayılmış, tımarları ellerinden alınan sipahiler ve askerleri de katılınca tüm Orta Anadolu'yu sarmıştı. İşin bu kadar kısa zamanda büyümesi üzreine isyanı bastırma görevi Anadolu Beylerbeyi Behram Paşa'ya verildi. Behram Paşa sancakbeylerinin de kuvvetlerini arkasına alarak önce Adana tarafına yürüdü ve burada yenildi. Behram Paşa bu kez Tokat'a yürümüş ancak burada da Kalender'in birliklerine yenilmişti; üstelik içlerinde önemli sancakbeylerinin de olduğu 10,000'e yakın kayıp verilmiş, Kalender'in gücü ve Anadolu'daki itibarı da iyice artmıştı. O kadar ki halk arasında mehdi olduğu iddiaları dolaşmaya başlamıştı. Behram Paşa'nın isyancılarla Sarız'da yapılan üçüncü  savaşta yine yenilmesi ve 9,000'e yakın kayıp verilmesi Süleyman'ın isyanı bastırma görevini Behram Paşa'dan alıp, isyancıların üzerine bizzat sadrazamını göndermesine sebep oldu. İbrahim Paşa, komutasında 5000 askerle yola çıkıp 12 gün sonra Maraş'a ulaştı. Öce savaşlardan yorgun ve moralsiz çıkan yenik Anadolu askerleriyle kendi yeniçerilerini temas ettirmedi. Amacı Kalender'in Anadolu'daki Bektaşi lideri olduğunu, İstanbul'daki Bektaşi tarikatınca yetiştirilen Yeniçerilerin öğrenmemesi idi. İlk iş olarak Maraş bölgesinin dışındaki asayişi sağlayabilmek için isyana destek veren Dulkadir aşiretleri ve sipahilerle görüştü; Türkmen aşiretlerinin yurda geri dönebileceklerini ve vergi borçlarının siilineceğini, Tokat-Amasya-Sivas bölgesinin Dulkadir aşiretlerinin yönetimine verileceğini, sipahilerin tımarlrının iade edileceğini ve askere dönmelerine izin verileceğini vaat etti. Etkili olan bu vaatlerle Dulkadir aşiretleri ve sipahiler, isyandan desteğini çekince Maraş dışında bölgede isyan bitti. İbrahim Paşa, komutasındaki birliklerle Elbistan'a yürüdü. Az sayıda kalan desteğiyle Nurhak dağlarına çekilmek isteyen Kalender Çelebi'nin ani bir baskınla önü kesildi ve asiler Elbistan'da tamamen imha edildi. Kalender Şah'ın kellesi İstanbul'a getirildi.

Pir Sultan Abdal
Bu isyan, Anadolu'da Alevilik - Bektaşilik temeline kurulu çıkan son büyük isyandır. Daha sonra Alevi nitelikli bazı isyanlar çıktıysa da hiç biri Kalender Çelebi gibi dini nitelikli olmamış, ya siyasetten ya vergiden kaynaklanmıştır. Bu isyan nedeniyle Bektaşiliğin Anadolu'daki faaliyetlerine son verilmiş, bizzat isyana katılmasa da açıkça destekleyen birçok dedebaba öldürülmüştür. Bu isyanın etkileri sürerken Pir Sultan Abdal Sivas'ta, çeşitli nedenlerden ötürü 72 müridiyle başkaldırmış, Sivas valisi Kalender Çelebi isyanının da etkisiyle nedeni - nasılı dinlemeden Pir Sultan Abdal'ı asmıştır. İbrahim Paşa'nın Dulkadir aşiretlerine verdiği vaatler tutulmamış, kısa süren Türkmen - Alevi ittifağının bozulmasıyla bölgede Şafii Kürt beyleri büyük güç kazanmıştır. Ancak İbrahim Paşa'nın sipahilere verdiği sözü tutmasının etkileri, uzun vadede Osmanlı'yı oldukça kötü etkilemiştir. Dağılmış, disiplinsizleşmiş ve isyan ettiği taktirde istediğini alabileceğini keşfetmiş sipahiler orduya geri alınınca tüm ordunun disiplini bozulmuş, tımar sistemi yıpranmış ve zamanla halka keyfi yaptırımlar uygulayan bir sorun haline gelmiştir.

Bu arada İstanbul'da Molla Kabız isimli bir seyyah dolaşır olmuştu. Verdiği söylevler ve yaydığı düşünceler dikkat çekiyordu: bir takım hadis ve ayetlerle insanlara yanlış bilgiler verildiğini söylüyordu. Devlet adamları katlini istediler lakin Süleyman önce adamın haksız olduğunun kanıtlanmasını, düşüncelerinin çürütülmesini istedi. Divan'a çağırılan Molla Kabız, Anadolu ve Rumeli kazaskerlerine karşı düşüncelerini ustaca savundu. Adamın söylevlerini çürütemeyen kazaskerler katlini isteyince sadrazam İbrahim Paşa, 'Hakkını hakkıyla savunanı nasıl öldürelim' diyerek, Molla Kabız'ı serbest bıraktı. Ancak Süleyman'ın emriyle Molla Kabız bir kez de şeyhülislam ve İstanbul Kadısı'nın huzurunda düşüncelerini savundu; Şeyhülislam bu düşünceleri ilgili hadisler ve ayetlerle kuşkuya yer bırakmayacak şekilde açıklayınca, fikrinden dönmeyeceğini söyleyen Molla Kabız İstanbul Kadısı tarfından idama mahkum edildi.

Arşidük Ferdinand
Öte taraftan Avrupa'da Macaristan'ın fethedilmesi, Avusturya Arşidükü Ferdinand ve dolayısıyla Charles Quint ile Osmanlı'yı karşı karşıya getirdi. Ferdinand bir kez Budin'i kuşattı ancak başarısız oldu. Charles Quint'in desteği ile ikinci denemesinde ise Budin'e girdi. Süleyman hemen sefere çıkıp Budin'i geri aldı. Amacı Ferdinand ve Charles Quint ile savaşmaktı ancak onlar bunu göze alamayıp Osmanlı'nın karşısına çıkmayınca, onları savaşa zorlamak için Viyana'yı kuşattı. Lakin ordu, kuşatma için yola çıkmamış, meydan muharebesine hazırlanmıştı. Bu nedenle Süleyman, karşısına çıkan da olmayınca kuşatmayı on altıncı gününde kaldırdı. Ancak bu iki kardeşle savaşma isteğinden vazgeçmedi. Geri döndükten üç yıl sonra, 1532 yılında Alman Seferi'ne çıktı. Avusturya'yı zaptetti ancak Charles Quint, Osmanlı ordusunun karşısına çıkamadı. Bu seferde Avusturya'nın neredeyse tamamının alınması ile son buldu. Süleyman İstanbul'a geri dönünce barış istedi ve sultanın üstünlüğünü, kendisinin de veziriazma denk sayılmasını öngören bir anlaşmayı kabul etti. Bu anlaşmayla Kutsal Roma - Germen imparatoru'nun Avrupa İmparatorluğu hayalleri de suya düştü ve Osmanlı, Avrupa siyaseti üzerinde söz sahibi tek güç oldu.

Bu arada daha önceleri Akdeniz'de korsanlık yapan, Selim zamanında Osmanlı'ya biat etmiş olan Hızır Reis İstanbul'a çağırıldı ve Hayrettin adıyla Kaptan-ı Derya oldu. Barbaros, aslında kardeşi Oruç Reis'in kızıla çalan sakallarından dolayı söylenen lakabıydı ancak Oruç Reis ölünce Hayrettin Paşa'nın adı Barbaros Hayrettin diye söylenir oldu.

Avrupalılar'ın gözünde I. Süleyman
Avrupa'daki amacını tamamlayıp anlaşmayı imzalayan Süleyman yönünü doğuya doğru çevirdi. Zira Safevi devleti Osmanlı için ciddi bir tehlikeydi. Batıdaki tehlikeleri bertaraf eden Süleyman Irakeyn seferine çıktı. Önden gönderdiği sadrazamı ibrahim Paşa, Van, Ahlat ve Tebriz'i barış ile teslim aldı. Ardından yola çıkan Süleyman ise Bağdat'a kadar ilerledi ve Bağdat'ı aldı. Her adımda Şah Tasmahab'ın muhalefeti ve müdahalesiyle karşılaşan ordu ancak bir kaç şehri alarak İstanbul'a geri döndü. Bu seferde Safevilerin, pek de hafife alınmayacak bir hasım olduğu anlaşıldı.

Bu seferden sonra Süleyman'ın hayatının dönüm noktalarından biri yaşandı. Bir süredir devlet adamları ve halkın arasında İbrahim Paşa'nın iktidar hırsının çok arttığı, hatta artık padişahı bile sallamadığı konuşuluyordu. İbrahim Paşa'nın Avusturya ile barış görüşmeleri sırasında elçileri söylediği 'Bu büyük devleti idare eden benim; her ne yaparsam, yapılmış olarak kalır, zira bütün kudret benim elimdedir; memuriyetleri ben veririm, eyaletleri ben tevzi ederim; verdiğim verilmiş, reddettiğim reddedilmiştir. Büyük padişah bir şey ihsan etmek istediği yahut ihsan ettiği zaman bile eğer ben onun kararını tasdik etmeyecek olursam, gayr-i vaki gibi kalır; çünkü her şey; harb, sulh, servet, kuvvet benim elimdedir.' sözleri ile başlayan fısıldaşmalar, Irakeyn Seferi'nde başına buyruk verdiği kararlarla iyice artmış, bardağı taşıran son nokta ise Süleyman'dan sakladığı bazı cinayetlerin ve Irakeyn seferi sırasında keyfince yaptığı gereksiz harcamaların ortaya çıkması olmuştu. Hele hele de Süleyman'ın en kıymetlim dediği kardeşi Hatice Sultan'ı aldattığı da ortaya çıkınca Süleyman'da ipler kopmuş ve Makbul İbrahim Paşa, iftar için saraya davet edildiği 14 Mart 1536 gecesi, iftardan sonra dört dilsiz cellat tarafından boğulmuştur.

Makbul İbrahim Paşa'nın ölüm kararının verilmesinde nikahlı eşi Hürrem Sultan'ın büyük rol oynadığı iddiası bugüne kadar söylenegelmiştir ancak tarihi kayıtlar, Hürrem Sultan'ın etkisi olmadan da İbrahim'in kendisini öldürtmek için Süleyman'a yeteri kadar sebep verdiğini gösteriyor. O zamana kadar  içtiği suyu bile paylaştığı Pargalı İbrahim'in idamından sonra Süleyman, böyle biri yaşamamış gibi davranmayı seçmiştir ancak bu olayın onda ömrü boyunca taşıyacağı büyük bir yara açtığı da bir gerçektir.

Babaros Hayrettin Paşa
Pargalı'nın öldürülmesinin ardından Süleyman, Ayas Paşa'yı yeni sadrazam yapmış ve seferlere daha bir hız vermiştir. Önce, ikili siyaset yapan Venediklilere karşı hem karadan hem denizden sefere çıkıldı. Donanma Preveze açıklarına gönderildi, ordu ise karadan Korfu'yu kuşattı. Kuşatma çok uzatılmadan ve Korfu'nun alınması için herhangi bir çaba gösterilmeden kaldırıldı ve ordu İstanbul'a döndü ancak Barbaros Harettin Paşa komutasındaki donanma Preveze'de beklemeye devam etti. Osmanlı ordusundan öcü gibi korkan ancak donanmayı çok hafife alan Venedikliler ile Preveze'de karşı karşıya gelindi ve Barbaros'un deniz üzerinde mükemmel uyguladığı hilal taktiği ile 3 katı büyüklükteki Venedik donanması 27 Eylül 1538'de yok edildi. Bu zaferin Türkler için anlamı o kadar büyüktür ki, zaferden 474 yıl sonra bile 27 Eylül günü,  Türk topraklarında hala Donanma Günü olarak kutlanıyor.

Petru Rareş
Ordu, Preveze'de savaştayken ve tüm Avrupa'nın gözü kulağı oradayken, göstermelik bir Korfu kuşatması yapan ve hemen geri dönen Süleyman ise, asıl hedefi olan Boğdan üzerine ilerlemekteydi. Macar Seferi sırasında vergiye bağlanan Boğdan'ın voyvodası Petru Rareş'in, Osmanlı aleyhine Avrupa ile işbirliğine girdiğini öğrenen Süleyman, voyvodanın tüm ikna ve engelleme çabalarına rağmen  Yaş şehrini yakıp yıktı, Voyvodanın bırakıp Transilvanya içlerine kaçmaktan başka çare bulamadığı merkez Suceva'yı da ele geçirdi. Şehir halkı hiç bir direniş göstemeyince Süleyman genel af ilan etti ve halktan içlerinden bir voyvoda seçmelerini istedi. Bu kısacık sefer sonunda Prut ile Dinyeser nehri arası tamamen ele geçirildi ve burası bir sancak haline getirildi.

Jan Zapolya
Fakat Ferdinand bir türlü rahat durmuyordu. Macar kralı Jan Zapolya'nın ölümünü fırsat bilip yeniden Macaristan'ı kuşattı. Herhangi bir başarı elde edemedi ancak Osmanlı için Macaristan'a yeni bir sefer mecburiyeti doğdu. Süleyman önden Rumeli Beylerbeyini ve üçüncü veziri Sokullu Mehmet Paşa'yı gönderdi, bir kaç hafta sonra da kendi yola çıktı. Önden giden kuvvetler başta kendilerine karşı koyan Almanları bir türlü kovamadılar ancak Ferdinand'ın ordusu asıl kuvvetin geldiğini öğrenince bir gece gizlice kaçmaya kalktı. Bu kaçış karmaşasını fırsat bilen Osmanlı öncüleri, ordunun neredeyse tamamını yok ettiler. Süleyman gelince direk Budin'e girdi ve Jan Zapolya'nın oğlu Sigismund büyüyünceye kadar Macaristan topraklarının Türk hakimiyetine gireceği kararına vardı. Budin beylerbeyliği kuruldu ve Macar asıllı Süleyman Paşa beylerbeyi olarak atandı.

Estergon Kalesi
Sefer dönüşü kışı Edirne'de geçiren Süleyman'ı, İstanbul'a döndüğünde sarayın kapısında Ferdinand'ın elçileri bekliyordu. Macaristan'ı isteyen elçilere ret cevabı verildi. Yenilgiden bıkmayan Ferdinand, kuşatma hazırlıklarına girişince Süleyman, Budin'e yardım gönderilmesini emretti. 8,000 kişilik bir kuvvet Peşte kalesini korumak üzere gönderildi. Ferdinand'ın 80,000 kişilik ordusu kaleyi kuşattıysa da bir haftada bozguna uğrayarak geri çekilmek zorunda kaldı. Süleyman bu kuşatma haberini alınca yeniden sefere çıktı. Önce Budin'e ardından geri çekilmiş olan Ferdinand'ın ordusunun beklediği Estergon Kalesine gitti. Şiddetli bir muharebe sonunda kale 10 Ağustos 1543'te düştü. Estergon Kalesi'nin ve civarının beylerbeyliğe katılımıyla sonuçlanan seferden dönüş yolunsa Süleyman, Saruhan Sancakbeyi oğlu Mehmet'in vefatını haber aldı. İstanbul'a gelince Mehmet, adına yaptırılan Şehzade Camii'nin yanına defnedildi.

Bu arada Charles Quint'in Cezayir üzerine gittiği haberi geldi. Kaptan- Derya ve Cezayir Beylerbeyi olan Barbaros Hayrettin, İstanbul'da bulunduğu sürede beylerbeyliğini oğlu Hasan'a emanet etmiş, Hasan Sicilya'dan Cebelitarık'a kadar olan tüm Avrupa sahilinde namlı bir korsan haline gelmişti. Tüm ticaret gemilerinin ele geçirilmesinden bıkan ve bu duruma bir son vermek isteyen Charles Quint 500 parçaya yakın doanma ile Cezayir üzerine hareket etti. Şehir 20 Ekim 1541'de kuşatıldı ancak korsanlığı kadar askerliği de gayet başarılı olan Hasan Ağa, Charles Quint'i, kuşatma boyunca süüren şiddetli fırtınanın da yardımıyla hezimete uğrattı.

Turgut Reis
Bu arada Osmanlı donanması Fransa'ya iki kez yardıma gitti.  İlk sefer Barbaros komutası'nda Nice'ye yapıldı ancak sefer sırasında Fransızlar'ın dönekliğiyle karşılaşan Barbaros, Cenova'da esir tutulan Turgut Reis'i ve bir çok müslümanı da alarak İstanbul'a geri döndü. Başka bir sefere çıkmaya da fırsat bulamadan, iki sene sonra, 1546'da öldü. İkinci sefer ise Kaptan-ı Derya Sinan Paşa komutasında Batı Akdeniz üzerine oldu. Charles Ouint ile birbirine düşen Fransızlar yine Osmanlı'dan yardım istediler. Başta yardıma gönülsüz olan Süleyman, düşmanımın düşmanı dostumdur felsefesince yine de donanmayı yola çıkardı. Donanma Napoli'ye gidip Fransızları beklemeye başladı. Ancak bir türlü gelemeyen Fransızları beklerden donanma, Charles Quint'in komutanı Andrea Doria'nın Napoli tarafına geçeceği haberini aldı. Sefere katılmış olan Turgut Reis'in tavsiyesiyle Ponza Adaları'nda pusu kuruldu ve pusuya düşen Doria'nın 7 gemisi 5 Ağustos 1552'de zaptedildi. Andrea Doria Sardunya Adası'na kaçtı.

Şah Tahmasb
Donanma bunlarla uğraşırken Süleyman'da, Avusturya seferinde iken Van'ı ele geçiren Safevi Şahı Tahmasb üzerine, şahın tahta çıkma isteğiyle isyan eden fakat başarılı olamayınca Süleyman'a sığınan kardeşi Elkaz Mirza'nın da etkisiyle, sefere çıktı. Osmanlı ordusunun harekete geçtiğini öğrenen Tahmasb'da ordusunu topladı ve iki ordu Erzincan'da karşılaştı. Ordusunun büyük bir kısmı imha edilen Tahmasb geri çekildi. Süleyman, doğuda düzeni sağlayıp bazı yeni eyaletleri kurduktan sonra 21 Aralık 1549'da İstanbul'a geri döndü.

Trablusgarp'ın Fethi
Süleyman'ın asıl derdi, Charles Quint egemenliğindeki Trablusgarp'ın fethedilmesiydi. Turgut Reis'e Trablusgarp'ı fethederse, bölgenin valiliğini vereceğini vaadetti. Osmanlı donanması ile işbirliği yapan Turgut Reis 15 Ağustos 1551'de Trablusgarp kalesini ele geçirdi. Ancak valilik vaadi tutulmadı ve Kaptan-ı Derya Sinan Paşa bölgenin valiliğini Tacura Sancakbeyi Murat Bey'e verdi. Bunun üzerine Turgut Reis donanmadan ayrıldığını bildirince, Donanmanın büyük bir kısmı da Reis'in ardından gitti. Sinan Paşa durumun vehametini farkedip Turgut Reis'e Karlıili sancakbeyliğini verdiyse de fayda etmedi. Sinan Paşa'nın 1554'te ölümünün ardındna İstanbul'a gelen Turgut Reis Süleyman'a Trablusgarp valiliği vaadini hatırlatınca padişah tarafından 1556'da Libya valiliğine atandı.

Bu arada Avrupalılarca coğrafi keşifler yapılmış ve Hint okyanusuna gitmenin farklı yolları bulunmuştu. Osmanlı, bölgedeki üstünlüğünü kaptırmamak için 1538 ile 1554 yılları arasında Hint okyanusunda Portekizliler ile mücadeleye girişti. Birkaç kez Hindistan ile Sumatra adasına seferler yapıldı. Yemen, Habeşistan gibi bazı Afrika ülkeleri Osmanlı topraklarına katıldılar. Deniz üzerinde Portekizlilere karşı bazı başarılar elde edildi ancak aslında Osmanlı tam bir başarı yakalayamadı. Hint Deniz Seferleri'nin sonuna komuta eden Seydi Ali Reis'in gördüklerini anlattığı Mir'at-ül Memalik adlı, Osmanlı edebiyatının ilk seyahatnamesi bu dönemde yazıldı.
Sokullu Mehmet Paşa

Süleyman, son iki seferinden birini Erdel, diğerini Nahçıvan üzerine yaptı.1551yılında çıkılan Erdel seferinde kendisi ordunun başında gitmedi ve Erdel üzerine Rumeli Beylerbeyi Sokullu Mehmet Paşa'yı gönderdi. Seferin sonunda abisinin ölümünden sonra Almanya tahtına oturmuş olan Ferdinand, Erdel'den tamamen vazgeçti. 1553 yılındaki Nahçıvan seferinde ise Erivan Nahçıvan ve Karabağ alınınca Şah Tahmasb barış istedi. 1555 yılında yapılan barışla Tebriz Azerbaycan'a bırakıldı, Bağdat ve Gürcistan'ı Osmanlılar aldı. Bu yazılı anlaşma ile doğuda bir daha sorun çıkmadı.

Şehzade Mustafa'nın katli
Bu sefer sırasında Süleyman'ın hayatının ikinci dönüm noktası yaşandı. Mahidevran Sultan'dan olan ilk çocuğu Amasya sancakbeyi Mustafa'nın İran Şahı Tahmasb ile işbirliği yaptığı ve babasından sonra padişah olacağına dair mektuplar göndererek biat istediği öğrenildi. Mustafa'nın tehlike haline geldiğini düşünen Süleyman oğlunu, 1553 yıında Ereğli ovasında, kendi otağında boğdurttu. Babası ile sefer çıkmış olan Şehzade Cihangir, çok sevdiği ağabeyinin öldürülmesi üzerine bir gecede hastalanıp vefat etti. Bazı tarihçiler, yalan mektuplarla Mustafa'ya iftira ettikleri gerekçesi ise Hürrem Sultan ve damadı Rüstem Paşa'yı eleştirirler ancak olay sırasında Süleyman'ın seferde olduğu düşünülürse, Hürrem Sultan'ın etkili olmasının çok da mümkün olmadığı görülür.

Bu seferlerden sonra Süleyman'ın son seferi Zigetvar'a kadar ufak tefek seferler ve mücadeleler yaşanmış, Cerbe'de haçlı donanması yenilmiş, Malta kuşatılmış ancak alınamamıştır.

1562 yılına ise Şehzade Bayezid'in babasına karşı ayaklanması damga vurdu. Süleyman'ın sağ kalan son iki oğlu Bayezid ile Selim, veliahtlık mücadelesine giriştiler. Hürrem Sultan babasına benzettiği Bayezid'in, Süleyman ise Selim'in veliaht olmasını istiyorlardı. Annesinin sağlığı boyunca onun korumasında kalan Bayezid, Hürrem Sultan ölür ölmez gözden çıkarıldığını anladı ve isyan ederek oğulları ile birlikte Şah Tahmasb'a sığındı. Ancak Süleyman'ın ve Selim'in vaatlerini çekici bulan Tahmasb kendisine sığınmış olan Bayezid'i ve oğullarını boğdurttu.

Muhteşem Süleyman
1566 yılında, Süleyman son seferi olan Zigetvar seferine çıktı. Sefer sonunda Zigetvar Osmanlı'ya katıldıysa da, zaferden bir gün önce 6 Eylül 1566'da ölen Süleyman bunu göremedi. Askerin moralinin bozulmaması için gizlenen vefat haberi, ancak ordu İstanbul'a geldikten sonra açıklandı.

Avrupalıların verdiği adla Muhteşem Süleyman'ın devri, gerçekten muhteşem olmuştur. Babasından 6,5 milyon km2 devraldığı Osmanlı İmparatorluğu'nu hüküm sürdüğü 46 yılda 15 milyon km2'ye çıkarmış; ağzına kadar dolu devraldığı hazineyi oğluna ağzına kadar dolu bırakmış; adalete düşkünlüğü, yeni kanunlarla yeni idari düzenlemeler yapması ve mevcut kanunlara uyulması konusundaki sıkı disiplini ile Kanuni adını fazlasıyla haketmiş; orduyu ve donanmayı daha önce görülmemiş derecede geliştirmiştir. 46 yıllık saltanatının 7,5 yılını at üstünde seferlerde geçirmiş, toplamda on üç büyük sefere çıkmıştır. Onun döneminde imar, eğitim ve sanat faaliyetleri zirve yapmış, Matrakçı Nasuh, Mimar Sinan, Fuzuli, Baki, Bağdatlı Ruhi gibi sanatın çeşitli dallarının önemli temsilcileri onun döneminde yaşamıştır. Eğitim alanında reform sayılabilecek düzenlemelere gidilmiş, öncelikle saray kütüphanelerinden ziyade külliye kütüphanelerine önem verilerek halkın eğitimine dikkat edilmiş; medreselerde ise eğitim, temel eğitimden sonra iki sınıfa ayrılarak, Sahn-ı Seman medreselerinde hukuk, ilahiyat ve edebiyat, Süleymaniye Medresesi'nde ise matematik ve tıp öğretilmeye başlanmıştır.
Hürrem Sultan
Mihrimah Sultan
Hürrem Sultan ile yaşadığı aşkla da çok konuşulan Süleyman, hanedan geleneğine ters düşerek Hürrem Sultan'a nikah kıymış ve Hürrem Sultan ölene dek ona sadık kalmıştır. Karısına Muhibbi mahlasıyla yazdığı gazeller türünün en güzel örneklerini oluşturur. Ayrıca ona yaptığı kuyum eserleri de paha biçilemez güzelliktedir. Hürrem Sultan'ın Süleyman üzerindeki nüfuzunu kullanarak devlet yönetimiyle ilgili pek çok kararda etkili olduğu, özellikle Pargalı İbrahim'in ve Şehzade Mustafa'nın öldürtülmesinde parmağı olduğu söylentisi hep konuşulmuşsa da bunlarla ilgili herhangi bir kanıt yoktur. Ancak gerçekten Süleyman üzerinde çok güçlü bir etkisi olduğu bilinmektedir. O kadar ki, yaşadığı dönemde bu etkiyi sağlayabilmek için büyü yaptırdığı bile konuşulmuştur. Hürrem Sultan'ın devrim niteliğindeki hareketlerinden birisi haremin Eski Saray'dan Topkapı Sarayı'na taşınması, bir diğeri ise sancağa çıkan oğulları ile beraber gelenek olduğu üzere gitmemesi ve İstanbul'da Süleyman'ın yanında kalması olmuştur. Hürrem Sultan'ın 1558'deki ölümü, Süleyman için gerçek bir felakettir, karısının ardından yaşadığı 8 yıl boyunca sağlığı hiç düzelmemiştir.Tek kızı Mihrimah Sultan, hünkara destek vererek annesinin yerini doldurmaya çalıştı ve Süleyman'a teselli verebilen tek kişi oldu.

Sultan Süleyman Han, henüz yaşadığı dönemde özellikle Avrupa'da bir efsane haline gelmiş, bir çok yazılı esere ve tiyatro oyununa konu olmuştur.

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder